top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ozan Takış- Nasıl Bir Rüya?

Zehra Başbülbül’e

Aniden uyandım, kalbim ağzımda, öleceğim sanırım. Ağlayacağım ağlayamıyorum, sırılsıklam olmuşum, sanki biri üstüme kovayla su boca etmiş, en son hamamda kese attırdığım zaman terlemiştim bu kadar. Bedenimin her yerine dokunmaya çalışıyorum, uzuvlarımı kontrol ediyorum, umarım her şey yerli yerindedir. Nasıl rüyaydı bu? Rüyayı unutmak istiyorum, hemen şimdi unutmak istiyorum. Ayaklarımı yorganın altından çıkarıp yavaşça yataktan aşağıya sarkıtıyorum, büyük bir cesaretle aniden doğruluyorum, korkudan yere basamıyorum ama yavaşça basmalıyım artık, yürümeyi umarım unutmamışımdır. Yataktan kalktım şükür, koridorda minik adımlarla yalpalayarak yürüyorum, bir yandan İsmet’e bakıyorum, İsmet’i bulmam lazım, İsmet nerede? “İsmet oğlum,” diye bağırıyorum, yok İsmet, İsmet bir ses ver, neredesin? Ulan yoksa yine balkondan karşı daireye mi geçtin gece gece? Şimdi sırası mı be oğlum! Şimdi sırası mı pezevenk!

Balkon aşırı soğuk, demire dokunmaya korkuyorum, ya ellerim yapışırsa? Ellerimi kaybetmek istemiyorum. Karşımdaki tuğla renginde çirkin apartmanın terasında birileri partiliyor, kızların dans ettiğini görüyorum, herkesin kadehi havada uçuşuyor, çirkin apartmanın hemen aşağısında, meyhaneden çıkan insanlar kahkahalarla arabalarına doğru ilerliyor, durmadan kurye motorlar geçiyor, sokağın başındaki eczanenin dibindeki sokak lambasının biri hâlâ bozuk, yanıp sönüyor ama İsmet yok ve kâbus hâlâ aklımda. Balkondan kafamı yan daireye çeviriyorum, Nizami amcanın ışıkları yine açık, İsmet oraya geçti kesin! Nizami amca seksen yaşında, her gece sabaha kadar rakı içer, sabah ezanını duyar duymaz uyur. İsmet’e alışık Nizami amca, o benim rakı dostum, der ama şimdi sırası mı İsmet! Kâbus gördüm, hiç olmazsa bugün geçmeseydin be oğlum. Balkonda yüzüme vuruyor soğuk, ayılırım sanıyorum, yok olmuyor. Tütüne elimi atıyorum, belki iyi gelir. Aşağıdan bir çift geçiyor, birbirlerine bağırıyorlar, bağırmayın diyesim geliyor! Bağırmayın arkadaşım! Siz kâbustan hiç tek başınıza uyanmadınız, bağırmayın! Diyemedim tabii, sonra çocuk kızdan özür diledi, telefonunu cebinden çıkardı, kıza gösterdi, sonra sarıldı kıza yanağına öpücük kondurdu, kız çok pas vermedi yürümeye devam ettiler. Nasıl bir rüyaydı bu? İsmet yok! Nizami amcanın kapısını çalmam lazım, İsmet’i sormam lazım, ödünç aldığım kitap bahanesiyle gideyim! Ne zaman aksi olacağı belli olmaz bu bunağın.

Üstümü değiştirdim, aldım kitabı elime, bastım ziline. Zaten zili duyup kapıya gelmesi yarım saat! Ulan İsmet inşallah oradasındır! Nizami amca açtı kapıyı, “Hayırdır?” dedi! “Kitabı getirdim,” dedim, her zamanki o üstenci gülüşüyle, “Gel içeri gel,” dedi, girdim. Bu evlerin yaşlı kokmasına bir çözüm gelmeli! Yaşlı kokusu ve durmuş zaman, evin içerisinde yaşıyor resmen! Hemen vakit kaybetmeden sordum sorumu, “İsmet geldi mi?” “Gelmedi,” dedi. “Gelmedi mi?” dedim. “Gelmedi,” dedi. “Evde de yok Nizamı amca,” dedim. “O zaman balkondan düşmüştür,” dedi. Sen nasıl bir adamsın, böyle söylenir mi bunak adam, diyemedim yine tabii. Sinirden ağlamamak için kendimi zor tuttum, “Düşmemiştir Nizami amca,” dedim. “Otur otur şöyle,” dedi, ikinci dünya savaşından kalma koltuğa yine oturdum, oturur oturmaz, “Kitabı masaya bırak,” dedi, bıraktım. Kafası yine baya güzel, bana bir sürü saçma sapan hikâyeler anlatacak, arada bir kafamı evin sağına soluna çeviriyorum, belki İsmet buradadır. Yalan söylüyor kesin! Bu adam garip adam, tüm ev kitaplıkla kaplı, her yer kitap, eski yazarlardan ama ünlü olamamış bir türlü, bana yine hikâyelerden, siyasetten, sanattan, yalnızlıktan bahsedecek kesin.

Sana kâbusumu anlatmak isterdim Nizami amca ama sen yine dalga geçersin benle, anlatmayacağım. İsmet neredesin oğlum, bak gözlerim doluyor artık. Nizami amca masaya bıraktığım kitaba bakarak “Nasıldı kitap,” diye sordu. Okumamıştım, dört yüz sayfa kitap mı olur, “İyiydi,” diyerek geçiştirdim. “Sadece iyiydi öyle mi?” dedi, “Evet,” dedim, yine üstenci gülüşü ile güldü. Aniden ağzına bir dilim peynirini attı, rakısından bir yudum içti, tarağıyla iki tel saçını tarayıp bana baktı! “İsmet gel oğlum,” diye seslendi, İsmet kitaplığın altından bir anda ışık hızıyla mır mır sesleriyle çıkıp Nizami amcanın kucağına kuş gibi kondu. Nizami amca tabağındaki son peyniri, “Hadi ye oğlum,” diyerek eliyle yedirdi, başını okşadı sonra tutup bana verdi. “Hani yok gelmedi demiştin Nizami amca,” dedim. Bir anda gülmeye başladı. “Her şeye de hemen inanıyorsun,” dedi. Gel İsmet, kâbustan uyandım oğlum gel evimize gidelim İsmet, diyorum içimden. Nizami amca aniden tebessüm ederek yine gülmeye başlıyor. “Korkma, hiç korkma,” dedi. Ayağa kalktı rakı bardağındaki dubleyi fondipledi, gözlerimin içine bakarak buruk bir tebessümle, “Hayat,” dedi, “hayat bu kadar işte… Benden de bu kadar.” Balkon demirlerinden tutunarak kendini bir anda aşağıya bıraktı. Kucağımda İsmet ile birlikte balkondan aşağıya baktık, meyhanedeki herkes sokağa döküldü, terasta partileyenler hâlâ eğleniyordu, motor kuryeler aniden durdu, sokak lambası bir yandan yanıp sönmeye devam ediyordu, Nizami amca soğuk kaldırımda yüz üstü oracıkta öyle yatıyordu, başından akan kan tüm kaldırımı sarıverdi.


Ozan Takış

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page