top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Pınar Kumandaş- Sivilce

İşte belki de o sabah, asansörde kaldığımız o uğursuz sabah, beni fark etmemiş olsaydı, bugün her şey çok daha farklı olurdu. Elime tutuşturduğu o yumuşak şeyin kıkırtısı eşliğinde cinnet getirmemiş olacak ve mutlu mesut hayatıma devam edecektim.

***

Bu zamana dek akıl sağlığımdan bir an bile şüphe etmemiştim. Salgındır, karantinadır derken delirdim mi bilmiyorum. Sahi, delirdim mi?

Her şeyi baştan anlatayım. Talihsiz Tercan'ın yüzünden başıma geldi bütün bunlar. On yılı aşkın zamandır bir kamu kurumunda memur olarak çalışıyorum. Ülkemizi ve tüm dünyayı kasıp kavuran corona virüs salgını sonrası uzun bir süre işe gidemedik. Ben bu süreçte iki kedimi saymazsak evde yalnızdım. İnsan o kadar süre yalnız kalınca bazı şeyleri unutmaya başlıyor. Benim hatam da Talihsiz Tercan’ın talihsizliklerini unutmak oldu.

İşe döndüğümüz o uğursuz sabah, Tercan Bey ile aynı asansöre bindik. Onu tanıyan diğer iş arkadaşlarım gibi ben de normalde onunla kolay kolay aynı asansöre binmezdim. Nasıl öyle bir gaflete düştüm, bilmiyorum.

“Günaydın Tercan Bey.”

“Günaydınlar efendim, iyisiniz inşallaaah ah! Ne oldu yahu?”

İçinde yalnız ikimizin bulunduğu asansör 3. kata ulaşamadan aniden durdu. Tercan Bey bu tür talihsizliklere alışkın olduğundan olacak derhal el yordamıyla çağrı düğmesini bulup görevlileri çağırdı. Çok şükür, kısa sürede yardımımıza yetiştiler. “Buyurun Tercan Bey siz önden çıkın,” dedim. Tercan Bey’i görevliler yukarı doğru çekerlerken adamın şakağında çıkan koca sivilceyle göz göze geldik. Zavallı adam dedim içimden, ne çıkmış kafasında böyle?

Çalışma odamız olan açık ofise girdiğimizde gevrek gevrek gülen iş arkadaşlarımız Talihsiz Tercan'ın türlü talihsizliğini sil baştan anlatmaya koyuldular. “Vay arkadaş! Ne biçim bir adamsın sen be, hah hah hah! Bugün de sağ salim işe gelmişsin hah hah hah!”

Bahse konu Tercan Bey, başrolünde yer aldığı bir dizi trajikomik serüven anlatılırken yüzünü buruşturmuş şakağındaki sivilceye bakmaya çalışıyordu.

Anlatılana göre adamın başına gelen en büyük talihsizlik, evleneceği gün yaşanmıştı. Belki de her şeyin başlangıcı bu düğündü. Tuttukları salonun sahibi, aynı gün aynı saate başka bir düğün grubu ile anlaşmış, salon Tercan Bey ve müstakbel eşinden önce gelen evli çiftin akraba istilasına uğramıştı. Aynı salonda çifte düğün yapmayı kabul etmeyen gelin, yağmur çamur demeden salonun bahçesini hazırlatmış ancak elektrik sisteminde çıkan arıza nedeniyle elektrikler gidince de düğünlerini sessiz, sakin ve araba farları eşliğinde tamamlamışlardı.

Lafı uzatmayayım, yerlerimize oturduk, ben masamdayım, Tercan Bey de geçti, karşıma oturdu. Bölme duvarlı çalışma odamızı ikimiz paylaşıyorduk bir senedir. Aslında hiç gönlüm yoktu fakat zaten dönüşümlü çalışma sayesinde çok da muhatap olmamıştık. Ofisin geveze memurları gırgıra şamataya hasret kalmışlardı. Herkes evde geçen günlerin sıkıcılığından söz edip gürültü çıkarıyordu. Pek konuşkan olmayan bir oda arkadaşım var diye kendimi şanslı hissetmiştim. Sahi, o sabah kendimi gerçekten şanslı hissettiğim nadir sabahlardan biriydi. Çok yanılmışım. Bozuk şofbenimin suyu hemen ısınınca, müdavimi olduğum benzinlikteki kahveci kızı görünce –belli belirsiz gülümsemişti sanki- “Gün senin günün, haydi bakalım,” demiştim içimden. Kahvem bile sanki Kolombiya’dan dün gelip sabah kavrulmuştu, her şey bir başka güzeldi anlayacağınız. Asansörde gereksiz bir korkuyla sarsılan şansımın gaipten gelen kıkırtılarla yerle bir olacağını nereden bilecektim?

Dediğim gibi, bir kıkırdama duydum önce. Tercan Bey’e doğru dönüp kulak kesildim. Ofisin uğultusu biraz azalınca sesler iyiden iyiye duyulur oldu. Evet, ellili yaşlarına merdiven dayamış, sessiz, sakin iş arkadaşımdan dozu gittikçe artan gülme sesleri geliyordu. Yüzünde bırakın gülmeyi ıstıraplı bir ifade olan Tercan Bey’e, “Siz de duydunuz mu? Kim gülüyor böyle?” diye sordum. Tercan Bey’den gelen o garip, tiz yanıtı hiç beklemiyordum.

“Boncuk! Boncuk! Gel bakayım cici kuş! Hah, hah, hah!”

İşte o an gerçekten çok şaşırdım hatta şaşırmak fiilini baştan yazdım diyebilirim veyahut “şaşırmak” adlı bir filmi hem yazıp hem yönettim. Ne dediğimi de bilmiyorum, delirdiğimi düşünmediğimi bilmenizi isterim.

Ses, Tercan Bey'in yüzünden geliyordu fakat ağzından değil! Sivilcesinden! Sanki evet, orada, Tercan Bey’in toparlak yüzüne oturmuş koca sivilcesinin ortasında bir ağız, tepesinde fıldır fıldır dönen gözler vardı. Hayret dolu bakışlarımı yakalayan sivilce, “Ne o? Şaşırdın mı Cicikuş? Haydi, işine dön sen,” dedi.

“Bana mı diyorsunuz, Tercan Bey?” diyerek şansımı bir kez daha denedim ancak adam uykusundan uyanmış gibi aval aval baktı yüzüme.

Tövbeler tövbesi, Tercan Bey’in konuşan bir sivilcesi mi vardı, rüyada mıydım, bu nasıl bir sabahtı böyle? O gün bir daha sivilceden ses çıkmayınca asansörde kalmak bünyemde ufak bir şok etkisi yaptı herhalde diye kendimi rahatlattım.

Ertesi sabah ve sonraki günler, her an her dakika hiç susmadan konuşmaya başladı bu sivilce. Akşam haberlerde duyduklarından, Tercan Bey'in karısından, ergen oğlundan, muhabbet kuşu Boncuk'tan –şimdi anlamıştım Cicikuş’un anlamını- kısacası adamın hayatındaki herkesten ve her şeyden haberdar olmaya başladım. Pek tanımadığım iş arkadaşım, onu görmediğim zamanlarda neler yapıyor ediyor hepsini bilir oldum.

Mesela, Tercan Bey akşam evine gelir, yemeğini yedikten sonra öyle önemli bir futbol maçı yoksa tv karşısında uyuklar, haftada bir rakısını içer, karısı bu duruma biraz söylense de peynirini, meyvesini usulca yanına koyar. On altısına yeni giren oğlu Uzay, ara sıra arıza çıkarır, pahalı bir ayakkabı veya kıyafet ister ama kuşu Boncuk, Tercan Bey’e hiç kızmaz. Akşam işten gelip gece yatana dek kâh omzunda kâh kafasında öter, koynuna girip uyuklar. Tercan Bey Boncuk’u evdeki herkesten çok sever, Cicikuş’um der bu sarılı, mavili muhabbet kuşuna.

Asıl önemlisi hemen her gün başına irili ufaklı bir takım talihsizlikler gelir adamcağızın.

Sabah temiz çorabını giyer giymez mutfakta olmadık bir şeye basar, evden tam çıkacakken ceketine Boncuk pisler, bir yerden alışveriş mi yapıyor birden kasa kuyruğu oluverir, yağmurlu havalarda arabalar hep onun paçalarına çamur sıçratır vs. vs… Bunlar benim deyimimle Tercan Bey’in yaşamındaki olağan ve ufak şanssızlıklardır. Konu ekonomik mevzulara geldiğinde işler çok daha sapa sarar. Ne zaman bir yatırımda bulunacak olsa faizler yükselir, hemen her gün oynadığı şans oyunlarını kıl payı kaybeder, döviz bozdurur döviz düşer, gümüşe yatırım yapacak olsa o gün gümüş değer kaybeder ve bu liste uzayıp gider.

Anlayacağınız konuşan sivilce ilk zamanlar merakımı uyandırsa da Tercan Bey'in biraz iç sıkan, tekdüze yaşamını dinlemek bir süre sonra ilgimi çekmez oldu. Zaten dur durak bilmeden konuşan bir sivilce ile insanın kafasını toplayıp çalışması mümkün değildi. Birkaç defa yerimi değiştirmek istedimse de amirime kabul ettiremedim. Elle tutulur bir sebebim yoktu üstelik konuşan bir sivilce dışında…

Sohbetinden bunaldığımı fark eden sivilce bir süre sonra benimle uğraşmaya başladı. O tiz, sinir bozucu sesiyle her hareketimi izleyip açıklarımı arar oldu.

“Günaydın Cicikuş, hey yakışıklı, içmişiz yine akşam? Bak, zaten teknik anlamda bir halt bildiğin yok, bir de böyle içip içip kafanı süngere çevirme be aslanım”

“…”

“Hişt! Baksana bana bir, sen hiç giyinmekten anlamaz mısın? Uzay bile senden daha şık be boncuğum, maaşı alınca üstüne başına bir şeyler al, olmuyor böyle bak, genç adamsın, belki bir şeye benzersin”

“…”

“Bırak, bunaltıp durma şu kızı, anlasana işte istemiyor, müşterisin diye ilgileniyor. Her gün kahve alacağına git şu saçını kestir”

Sivilcenin benimle derdi bitmiyordu. Bakıyordum Tercan Bey'e, hiç oralı değil, sivilcenizin sesini duymuyor musunuz desem, delirdim sanacaktı. Delirdiysem delirmiştim be! Yeterdi artık! Kafasındaki nohuttan cevize evrilmiş iri ve geveze, lüzumsuz sivilcesiyle yaşayıp gidiyordu adam. O değil, bir tek benim başımı ağrıtıyordu, ofiste kimsenin sesini duyduğu da yoktu. En çok da buna içerliyordum işte… Kocaman sivilce yahu! Bir bana mı takardı kafayı? Gitsin başkasıyla dertleşsin, başkasıyla dalga geçsindi, neden kimse susturmuyordu şunu artık?

Baktım olacak gibi değil, sivilceden kurtulmanın yollarını arar oldum. Önce Tercan Bey ile muhabbetimizi arttırmaya, onun gözünde sağlıklı yaşamdan anlayan birine dönüşmeye karar verdim. Sabahları kahve yerine tarçınlı yeşil çaylar hazırlayıp bir dilim limon eşliğinde takdim etmem onu çok mutlu etti. Yeterince kıvama geldiğini düşündüğüm bir an “Tercan Bey, sizce de sivilceniz biraz tehlikeli görünmüyor mu? Bir doktora mı gösterseniz diyorum, hemen küçük bir operasyonla alınır belki?” diyerek Tercan Bey’in içine şüphe tohumlarını ekmeye çalıştım.

Daha Tercan Bey’in cevap vermesine fırsat kalmadan sivilce küfür kıyamet bağırmaya başladı. İşine gelmedi tabii. Vay ben miymişim bunu diyen? Ne diye böyle saçma sapan şeyler sokuyormuşum adamın aklına? Bu düpedüz cinayete teşebbüsmüş! Ne zararım varmış benim ona ha, ne zararım varmış? Gül gibi yaşayıp gidiyormuş işte adamın kafasında, el âlemin derdi beni mi germiş? Bunu asla yanıma bırakmayacakmış!

Tercan Bey bana hak verircesine düşüncelere dalmışken edepsiz sivilcesinden korksam da içten içe mutlu olmuştum. Şimdi düşünüyorum da… Keşke hiç aramızı bozmasaydım. Benle dalga geçtikçe alttan alsaydım. Kafasında yaşadığı adamın her gün türlü talihsizliğini anlatırken gülmesine eşlik etseydim.

Bir pazartesi sabahıydı, Tercan Bey işe geç kaldı. Haliyle yine ne gibi bir talihsizlik geldi acaba başına, inşallah şu sivilceden kurtulmakla meşguldür diye düşündüm. Belki yeniden şans yüzüme gülmüştü, artık bitki çayı bile içmeme gerek kalmazdı. Koyu kahvem eşliğinde sükûnet dolu günlerimin yepyeni başlangıcı olabilirdi bu sabah. Sahiden de Tercan Bey ağır ağır odamıza ilerlerken alışkın olduğum görüntüsünde bir farklılık, bir ferahlık fark ettim. Evet! Nihayet! Hayallerim gerçek olmuştu! Tam mutluluktan koşup adama sarılacaktım ki yüzündeki çaresiz, acı dolu ifadeyi gördüm. Yavaşça terli ellerini ellerime doğru uzatırken mahcup ve histerik bir halde şöyle dedi:

“Ne olursun beni affet, bi şartla beni bırakacağını söyledi, ne dediysem de ikna edemedim. Biliyorsun ben de az çekmedim ondan, ne menem bir dertmiş. Tüm talihsizliklerim bir yana bu bir yana. Yok, edemedim, ikna edemedim, senin olmak istedi, beni ancak böyle bırakacağını söyledi, ona ver beni dedi. Al evladım, aç avcunu, şunu al ve de hakkını helal et!”


Pınar Kumandaş

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page