top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Seher Tanıdık- Merhaba Sayın Yazar

Nazik olmak için uğraşmasam, mektubuma “İlgili Makama” diye resmi bir başlangıç yapardım ama… Beni kırdığınız gibi sizi kırmayı istemem doğrusu.

Ben Neriman. Herhangi bir Neriman… Siz beni iyi tanırsınız aslında lakin bu mektubu yazanın kim olduğunu hâlâ anlamadınız sanırım. Acele edip mektubun sonundaki imzaya bakmayın. İşe yaramaz. Çünkü sizin Neriman diye bir tanıdığınız hiç olmadı.

“Hovarda Refik” öykünüzü okudum. Refik’i beş sayfada, bin beş yüz kelime ile anlatmışsınız ama benden bahsederken sadece “karısı” diye geçiştirmişsiniz. Öykünün birkaç yerinde “güzel karısı” olmuşum, o kadar. Ne uzun ince endamımı ne kara kaşımı, gözümü yazmışsınız. Ben, Hovarda Refik’in karısı Neriman. Size bu mektubu yazmaktaki niyetim, öyküleriniz hakkında sizi uyarmaktır. Çünkü tek taraflı anlatılan hikâyeler her zaman eksiktir.

Öykünde Pardon, mesafeyi korumakta fayda var. Size hâlâ kızgınım zira. Sizin (!) öykünüzde “Hovarda Refik” başlığını görünce ümitlenmiştim doğrusu. Bir kadın yazarın “Hovarda” diye başlık attığı öyküde erkeklerin kirli çamaşırlarını ortaya dökeceğini ummuştum ama öyle olmamış. Hovardalığı yapan o, başrolde yine o… Onun bir öyküsü var, benim yok.

Sadece siz değil, diğer yazarlar da böyle… Benzer şeyleri yazıyorsunuz sürekli. Aldatan mağrur erkeklerin ve mağdur kadınların öyküleriyle dolu edebiyat dünyası. Ne zaman kıracaksınız bu kalıpları? Okurlar, yazdıklarınıza inanmaya niyet ederek başlar okumaya. Kadınları bu kadar zayıf mı sanıyorsunuz? Ya da daha kötüsü… Kaleminiz bu kadar korkak mı?

Sizden ümidi kesmiştim ki dün gece romanınızın güzel kızı Defne geldi çat kapı. Aklına koyduğunu yapar, bilirsiniz. Yalnız gelmemiş üstelik. Sizi pek seven öykü kadınlarınızı da katmış yanına. Aklınızda dolanırken isimlerini duyardım ama şahsen tanışmamıştık. “İki kapak arasına girip kitap olmadınız mı siz? Nasıl buldunuz beni?” dedim, güldüler. Ben sizi yerden yere vurdukça onlar yere göğe sığdıramadılar. Her zaman kadınların yanında duran bir yazarmışsınız meğer. Bunları duyunca size kızmaktan vazgeçtim, yaşadıklarımı bilin istedim.

Öyküsünü yazdığınız için siz benden daha iyi bilirsiniz ya, kocam aylardır yatağıma uğramıyordu. Ev yemeklerine iştahının kalmadığına bakılırsa, dışarıda yediğini anlamak zor değildi ama ben anlayamadım. Kör olmayı yeterince isterse insan, kör olabiliyor.

Yıllarca sevdiğim adamın etrafında dolanıp durdum. İyi bir eş olmak için didindim ama yine de kendimi beğendiremedim. Yaptığım yemek tuzsuz, makyajım abartılı, giysilerim demode oldu her zaman. Evden işe, işten eve bir hayat yaşıyorduk zaten. Böyle bir şey sanıyordum evliliği. Evde oturmaktan sıkıldığımı söylediğimde kocam kızardı bana. Kendisi ev kuşuydu ve halinden pek memnundu. Yemini, suyunu versen odasından bütün gün çıkmaz, telefonundan ayrılmazdı.

Bir ay kadar önce oldu ne olduysa. Evlilik yıldönümümüzü unutmuş yine. “Akşam yemeğe çıkalım,” deyince itiraz edemedi. Yemekten hemen sonra masadan kalktı. “Arabaya kadar gidiyorum,” dedi. Huyudur, her gece birkaç sigara içip gelir. Ben de ses etmem. Salatanın sonunu çöplenirken ani bir fren sesi geldi caddeden. Dinledim; ses seda yoktu, önemsemedim.

İyi geldi dışarıda yemek. Çalıştığım için akşam yemeklerini zor yetiştiriyordum. Beyimiz öyle her şeyi yemez, sevmediği bir yemek pişirsem günlerce dırdır ederdi. Yıllardır bir evde kereviz pişmez mi? Pişmedi, çünkü kokusu çıkmazmış evden. Ben de onun sevdiği yemekleri pişirdim hep. “Koca mutlu olunca ev huzurlu olur,” derdim. İyi halt etmişim.

Akşamın serinliği çöktü iyice. Bir rüzgâr geldi, saçlarımı okşadı. “Neden çekiyorsun bu adamın kahrını?” dedi, ürperdim. Tanıyordum bu sesi. Geceleri konuştuğunu duyardım. Hemen bir müzik açar sustururdum onu. Bu sefer de duymazdan geldim. Ayağa kalktım. Elimi yüzümü yıkarsam havam değişir diye lavaboya gittim. Aynaya baktım, bir gözümün rimeli akmış hafiften, fark etmemişim. Kendime baktım aynada. Gözyaşımın, göz kapağımın ortasında toplanmasını seyrettim. Biriken gözyaşını tam damlamak üzereyken parmağımın ucuyla defettim. Gözlerim kendine yalan söylemezdi ama ben aynaya bakmıyordum uzun süredir. Yüksek sesle “Evlilik zormuş be!” dedi içimden bir ses. Etrafa bakındım, kimse yok. “Olsa ne olur? Zaten herkes bilmiyor mu?”

Masaya döndüğümde kocamın telefonu masa örtüsünün üzerinde ışıklar saçıyordu. Telefonu olmadan tuvalete bile gitmezdi hâlbuki. İçimdeki kadın “Hayret,” diyerek dürttü beni. “Kocam telefonsuz ne kadar yaşayabilir?”

Masaya yaklaştım. Ekranda büyük puntolarla “SARI PAPATYAM” yazıyordu. Düşmana bakar gibi baktım telefona. Bir anlık tereddütten sonra telefonu alıp açtım. Kelimeleri uzata uzata “Refik! Neden hâlâ aramadın beni?” diyen bir kadın. Sesindeki şehvetten midem bulandı. Tek kelime etmeden telefonu masaya attım. Şimşekler çakıyordu beynimde. Yeniden elime aldığımda telefon kapanmıştı. Arama kayıtlarına bakmalıydım. Fotoğraflara da… Ellerim titriyordu, çenem titriyordu. Bağırıyordu içimdeki kadın. “Neden şimdiye kadar kurcalamadım ben bu telefonu? Çünkü özel hayata saygı! Sıçmışım özel hayatına! Ya benim hayatım!”

Telefon şifre istiyordu. Ben bilmiyordum. Sakin düşünebilsem belki bulurdum. Sakin olmak istemiyorum artık. “Ne gerek var şifreye falan? Avukata söylerim, dava açarken telefon kayıtlarını ister bu aptalın,” dedi içimdeki kadın. Her zamanki gibi haklıydı.

Uzaktan Refik'in sesini duydum. “Araba çarptı bana!” diye bağırıyordu. Baktım yürüyüşü tuhaf. Eli dizinde, topallayarak geliyor. “Fren sesini duymadın mı? Ölsem haberin olmayacak,” dedi sandalyeye otururken. Pantolonunu sıvayıp eğreti sarılmış sargıları gösterdi. Baktım.

Uzun süren saniyelerin ardından “Keşke ölseydin,” diye cılız bir ses yükseldi içimden. Refik’in gözleri büyüdü. Başımı dikleştirirken “Telefonun çaldı,” dedim. Söyleyemediğim birkaç cümleyi art arda yutarken boğazımdaki kemik, soluk boruma battı. Derin bir nefes aldıktan sonra kelimeleri eze eze, “Sarı Papatyan aradı seni,” deyiverdim. Her kelimenin Refik’in yüzüne vuruşunu seyrettim. Bembeyaz suratındaki kaslar seğiriyordu. Gözleri nerede duracağını bilmez gibi yuvalarında fır dönerken “Cevap verdin mi yoksa?” deyiverdi. Mahcubiyet beklediğim gözlerinde öfkeyi gördüm. Hareketsiz bedeninin içinde tepinen ruhu peş peşe sıralıyordu, “Neden açıyorsun sen benim telefonumu?” Ne olmuş yani? O benim arkadaşım.”

İnsan insanı neden öldürmek ister, o an anladım.

Affedersiniz. Kâğıda gözyaşım damladı. Ben… İyileştim sanıyordum, bu kadar becerebilmişim. Sonra ne mi oldu? Tek kelime etmeden ayağa kalktım, alyansımı çıkarıp telefonun üzerine bıraktım. Arkamı dönüp gidecektim ama içim kaynıyordu. Aniden dönüp masadaki telefonu kavradım. Bütün hırsımla yere fırlattım. Aynı hızla ayağa fırlayan Refik’in gözleri yerlere dağılmış metal parçalardayken arkamı dönüp uzaklaştım.

O gece uzun sürdü. Trafikte önüme kıran adama bağırdım. Bir bardak elimden kaydı, yere düştü. Bardağa ağladım. Yuvam için çabaladığım yıllara yandım. Öyle güvenmiştim ki bu herife, bu kadar eline yüzüne bulaştırmasa ben hâlâ uyuyacaktım. Aldatma öyle yaygın bir hastalık ki hepimizi bir yerden yakalıyor. Erkekler aldatır, kadınlar aldatır, arkadaşlar aldatır. İnsanlar aldatır! Herkes yazsın bunu görünür bir yere, benim gibi kör olmasın.

Günler geçti üzerinden. İyileştim ve size bu mektubu yazmak istedim. Ben, aldatan kocamı terk edebilmek için muhtaç olduğum kuvveti o gece buldum. Demem o ki sayın yazar, siz Refiklerin yerine bizim hikâyelerimizi yazın. Yazın ki benim gibi kör kadınlara ve iç sesini duyamayanlara umut olsun.

Saygılarımla, Neriman T.


Seher Tanıdık

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page