top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Serhat Tokmak- Hasan Abi'nin Ardından

“Söz konuşur, sus kaçar.”

Gülten AKIN



Bütün masaları işgal eden kahve müdavimleri kafalarını gömdükleri masalarda okey ya da kâğıt oynarken arada bir ihmal ettikleri sigaralarını içiyor, öte yandan çalçene hararetli tartışmaya girişiyorlardı. Kahvenin yegâne, acemi çaylak garsonu elinde tepsiyle çayları masalara bırakırken müdavimler çayın soğuk olduğundan yakınıyorlar her seferinde. En çok da kahvenin başköşesine kurulan kalantor müdavimlerin yanında pinekleyen yancılar. Garson söylene homurdana masaya bıraktığı çayları tepsiye gerisingeri koyarken yancılardan okkalı azar işitiyor. Çayları tazeledikten sonra kulağına iliştirdiği kalemi alıp hesap fişine işliyor hınçla.

Bu durum gecenin geç saatlerine kadar sigara dumanından sararan tavandaki pervane gibi ağır ağır döner durur. Kahvehanenin en uç köşesindeki masa boşalınca kuruluyorum hemen ben de. Başımı kaldırıp salaş dolabın üzerinde kurulan, gürültüden sesi anlaşılmayan televizyona ya da yağmurun sicim gibi aktığı camdan gelip geçen insanlara bakıyorum arada. Caddeden gelip geçen, adeta bir yarış halinde olan insanlar. Bakışlarım yüzlerine sabitleniyor bir müddet. Tedirgin, mahzun, telaşlı yüzler. Bu yüzler arasında camdan yansıyan yüzüme bakıyorum sonra. Tefekküre dalan yüzümün hatlarını Vitangelo Moscarda titizliğiyle inceliyorum. Biri olmadığı kesindi. Yok hayır! Burnumun eğikliği fark ettirmedi bana bunu. Müphem bir surat ifadesi, donuk gözler, kavlak dudaklar, açık bir alından mütevellit yüzümün ahenksizliği fark ettirmişti bana. Garson çayı getirip lütfen önüme koyarken nereye baktığımı anlamak için daldığım yere, camdan yansıyan yüzüme bakıp bir şey bulmamanın hayal kırıklığıyla olsa gerek, “Adam sen de!” deyip gitti.

Kahvehanedeki uğultu, masadan masaya geniş bir yelpaze çizerek uçan, konduğu yerden hemen tekrar kalkan, nereden çıktığı belirsiz bir kış sineği, yoğun sigara dumanı, arada bir havada uçuşan sunturlu küfürler, kapısı açık heladan gelen yoğun sidik kokusu, oyunu kazananların abartılı kahkahaları eşliğinde süreğen bir ayinin parçası gibiydi. Ben yokum, bu ayinin ancak dışında olabilirim. Burada zamansız bir zamanda uçan şu sinek gibi yorgun ve tek başınayım. Hele bir de Hasan Abi’nin ardından yalnızlık sarmalına kök saldım.

Şehrin en kuytu yerinde, duvarları yıkıldı yıkılacak, tabelasız, camında silikleşen Sahaf Hasan yazısıyla ilçenin tek sahaf dükkânının sahibiydi. Sokağın tek köhne dükkânı olarak kalmış, sıra sıra dizilen yeni binaların arasında eğreti görünümüyle can çekişen yatalak bir hasta gibiydi dükkân. Köh köh... Kapıdan içeri girince tepeleme yığılan, tavana kadar tıka basa doldurulan kitaplardan içerisi basık ve loştu. En arka rafın önündeki masanın bitişiğinde bir Borges posteri. Burayı hasbelkader bulmuştum. Lise son sınıfta. İlçede böyle bir yerin olduğundan bihaberdim. Pul pul dökülen dükkâna ilk girdiğimde ortalıkta kimsenin olmaması tuhafıma gitmişti. Acaba öksürsem mi, yarım ağızla bir şey mi gevelesem, diye düşünürken kambur zambur, gözlüklü, saçları iki türlü, açık alınlı, vakur bir adam rafların arkasında belirdi. Kısa süren bakışmadan sonra bir şey demeden dükkândan çıktım. Birkaç gün sonra tekrar gittim. Derken buranın kapısını arşınladıkça edebiyata olan eğilimim de gün geçtikçe artmaya başladı. Adını ilk defa duyduğum, duygu ve düşünce dünyamda ufkumu açan yazarlar sıkış tıkış raflardan göz kırpmışlardı bana burada. Söz gelimi Coetzee, Bernhard, Celine...

Sahafa gelenler göz ucuyla kitap arayıp da aradığı kitabı bulamazken sordukları sorular bir süre havada asılı kaldıktan sonra Hasan Abi bazen tepeleme yığılmış kitapların arasından başını çıkarır, davudi sesinden ziyade gözlüğü hafif aşağı indirip bulutlanan gözleriyle cevap verirdi. Bazen de gözükmeksizin, ketumiyetle cevaplardı soruları. Dışarıyla ilişkisi yok denecek kadar azdı. Nasıl ki kitaplar bir derviş gibi raflarda sırtı çevrilmişse, Hasan Abi de dışarıdaki yavan yaşantıya sırtını çevirmişti. Onu bir caddede yürürken, bir pazar günü parkta bankta otururken, alışveriş yaparken veya herhangi bir devlet kurumunda göremezdiniz. Fil dişi kulesine çekilip her şeyi küçümsemek değildi onunki. Yaz kış demeden kendine yurt edindiği bu izbe sahafta yaşardı.

Akşam el ayak çekildiğinde o da tozlu bir kitabın sayfalarına gizlenir, gün ağardığında Binbir Gece Masalları'nda unutulmaya yüz tutmuş bir sandıktan uyanan ifrit gibi tekrar ortaya çıkardı. Uzun uzun susardı. Sözcük savurganlığı yapıp sözcüklere halel gelmesinden korkar gibi bir tedirginliği vardı. Derin derin iç çekerdi hep. Koltuğunda kaykılıp okuduğu kitaba (en son elinde Biri Hiçbiri Binlercesi'ni görmüştüm.) daldığında ben de Borges posterinin dibindeki iskemlede oturur, rafları süzerdim. Bazen de cildi yırtılmış kitapları onarırken cömertliği tutar, dili açılırdı. O zaman da kitapları hoyratça kullanan insanlardan kitabı yasaklayan sığlıktan yakınmaya başlar, özellikle fi tarihinden günümüze kadar kitaplardan korkup onları yakanlara verip veriştirirdi. Konuşmasını, “Kitaplardan neden korkulur?” diye bir soruyla sonlandırır sonra yine suskunluğuna dönerdi.

Burası ilçenin uğrak yerlerinden değildi. Zaten günde birkaç kişi (o da sınava hazırlananlar olurdu) ya uğrar ya uğramazdı. Hasan Abi sahafların ilgi görmediğini, hakir görüldüğünü düşünürdü. Belediye seçimlerine yakın bir zamanda belediye başkan adayları caddedeki tüm dükkânları ziyaret edip burayı dudak bükerek es geçmeleri onun bu düşüncesini destekliyordu. Ya da bet suratlı birkaç esnafın kavurucu yaz sıcağında tentelerin gölgesine sığınıp bu eski püskü sahafın, çehresi yenilenen caddenin görüntüsüne gölge düşürdüğünün fiskosunu ederlerdi. Buna benzer nahoş durumlar Hasan Abi’yi işinden tavsamadı. Birkaç hayıflanma cümlesine de yük olup meramını anlatmaktan kaçındı. İçine kapandıkça kapandı.

Üniversiteyi okumak için ilçeden ayrıldım. Uzun bir süre dönmedim ilçeye. Sonbaharın yağmurlu bir gününde ilçeye dönünce Hasan Abi’nin dükkânına uğramanın heyecanı içindeydim. Garson bu sefer daldığım yere bakmadan önümdeki dolu çay bardağını alırken, “Birader! Çay içmiyorsun, oyun da oynamıyorsun. Bari geç şu iskemleye otur. Masayı işgal etme,” dedi.

Masadan usulca kalkarken yan masadaki bet suratlı esnafların silindir gibi ezen kahkahaları kapıya kadar eşlik ediyor benimle. Yutkunup etrafıma bakınıyorum bön bön... Hasan Abi’nin beklenmedik gidişi ağır geliyor. Bir de sahafın yıkılıp yerine dört başı mamur kahvehane yapılmasının şaşkınlığı.


Serhat Tokmak

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page