top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Sibel Oğuz- Beş Numaralı Konak

Kaç bahar çiçek açtı erguvan ağaçları. Bu kaçıncı yaz, kumsala gemiler kondurduk? Bilmem kaç beraat verdi mahpushaneler. Kaç yeni babaların gözlerinde mutluluk, bilmem yılda kaç ölüm, kaç ayrılık.

Kaç oda temizlenmeyi bekler, kaçı yeni sahiplerini diyerek yaslandığım sandalyeden doğruldum. Rahatlığı kim kaybetmiş de ben bulayım. Allah'tan hava güzel. Böyle havalarda kuş tüyü kadar hafiflerim. Elim çabuklaşır, gençleşirim. On sekiz yaşımın savurgan güzelliği gelir bulur beni. Yanaklarım pembeleşir. Sesim gürleşir. İçinde Murat'ın olduğu bir türkü tuttururum. Tuttururum da Ali Bey müsaade etmez. Boşalan odaların temizlenmesi gerektiğini kısa cümlelerle hatırlatır. Her şeyim gibi türkülerim de yarım kalır böylece.

Alaca Han'da birkaç gün önce şiddetli rüzgâr vardı. Gelen müşterilerin çoğu geri döndüler. Kalanlar ise ertesi sabah ayrıldılar. Eylül bir dedi mi kuzey rüzgârları buralarda tozu dumana katar. İnsanı yorar, eşyayı yorar. Eşyanın tabiatında da yorulmak vardır. Salıncaklar boşa sallanır durur. Canım sıkıldığı vakit masaların üzerini kaplayan tozlara resimler çizerim. Ne geçmişten izler taşırlar ne de şimdiki zamana aittirler.

Saat on iki dedi mi müşteriler gelmeye başlar. Kimisi akarsuya, kimisi semaver çayına, kimisi ise odaların temizliğine hürmeten günlerini uzatırlar. Titiz kadınlar kusursuz temizliğime övgüler yağdırırken, ben arkalarından parfüm sinmiş yastık kılıflarını düşünürüm. Çabucak sıyırıp kirli sepetine koyar, yenisini geçiririm. Bu düşünceler gün boyu kafamda nereye gitsem benimle dolaşırlar.

Beş numaraya bugün bir çift geldi. Ali Bey bir hafta kalacaklarını söyledi. Birbirlerine hayatım, diye sesleniyorlar. Hayatlarındaki yerleri ne kadar bilmem. En iyi bildiğim şey nevresim değiştirmek. Şefimiz Ali Bey kahve ikram etmemizi söyledi. Köpüklü olsun, diye ekledi. Müşterilerimize ikramımızdır. Dile kolay kırk yıl hatırlatır kendini. Gelenler temizliğimi överler fakat kapıdan ayrıldılar mı unutulur giderim. Ama kahve öyle mi?

Görünüşe bakılırsa beş numaradaki kadın havalı birine benziyor dedim Bahar ablaya.

Bahar abla buranın mutfak işine bakar. Oldukça neşelidir. İzin günlerinde mevsimler değişir, çayın tadı değişir, Ali Bey'in yüz ifadesi değişir. Esasında Bahar ablanın mutluluğu yanılsamadır. Aramızda kalsın, düşünceler geceleri uyutmazmış. Onun kavgası yastıkla, yorganlaymış anlayacağın. Hafif şişmancadır Bahar abla. Kadın dediğin etine dolgun olur, der. Sözlerini üzerime alınmam. Saflığına yorarım.

Beş numaradaki kadının adı Leyla. Biz bir de hanım ekledik. Leyla Hanım oldu. Buranın kuralı böyle. Ben ise kısaca Ayten, bu gidişle hep öyle kalacağım, zaten hakkını veremediğim uzatmaları sevmem. Leyla Hanım'ın saçları koyu kahve, birkaç telini maviye boyamamış olsa doğal diyeceğim fakat küçük ayrıntılar insanı ele veriyor. Boynunda fuları var. Sözüm ona dünyanın renklerini taşıyormuş. Ne demekse? Benim gibi kara kuru. Demek Leylaların kaderinde esmer olmak varmış. Fakat kocasının gözünde Leyla mıdır bilinmez. Eski kocam Murat'la kavga ettiğimizde zayıflığımı, esmerliğimi hatırlatarak, yüzüne nur değmemiş, derdi. Ciddiye almazdım tabii. Oysa evliliğimizi yıkıma götüren şey küçük sarsıntıları önemsemediğim içinmiş. Belediyeye yeni gelen psikolog söyledi. Ücretsiz, sağ olsun başkan on sekiz yaş üstü kadınlar için getirtmiş. Kocaların dinlemediği kadınları dinliyormuş. Bu zamanda parasız konuşma az şey değil.

Geçenlerde Bahar abla yolda görmüş Murat'ı. Yanında genç bir kadınla zeytinliğe doğru yürüyormuşlar. Bahar ablanın dediğine göre kadın, güneş yüzü görmemiş. Lekesizmiş, beyazmış. Oysa sanmıştım ki kavga anında söylenenler gerçeği yansıtmazlar. İt oğlu! Nereden düştün aklıma? Hayatımdan çıktın gittin de ne diye kendini hatırlatıp duruyorsun?

Yeni eve taşınmıştık. Diğerlerine benzemeyen bir Kasım ayıydı, hava kuru ve nemsizdi. Gözlerim de öyle. Tabiat ve ben alışık olmadığımız bazı gelişmeler yaşıyorduk. Doğa olayları, değişen insan halleri...

Sessizce dünyaya ayak uydurmuştuk. Emlakçının dediği gibi yeni yaşam alanı Murat'a da bana da iyi gelecekti. Sessiz, sakin bir yer demişti. Evimizdeki gürültüden haberi varmış gibi. Mevsim normallerin üzerinde seyrediyordu. Evliliğimiz ise hiç bu kadar yolunda gitmemişti. Alışık olmadığım güzellikler her zaman korkutmuştur beni. Fakat bir şey yaşanacaksa onu engellemeye çalışmak boşunaydı. Kontrolden çıkan bir araç durmak için bariyeri seçecekti. Çok hasar, az ölü!

Ne zaman Murat eve geç gelmeye başladı ne zaman burnum alışık olmadığım kokular aldı, sessizliğimiz bozuldu. Kırılması gereken tabaklar kırıldı. Ellerimize cam parçaları battı. Aynı yerimizden kanadık. Murat'la, yıllarımı geçirdiğim adamla can düşmanı olduk.

Güz ağırlığıyla geldi. Ağaçlar olması gerektiği gibi döktü yapraklarını. Derenin suyu azaldı, gür saçlarım döküldü. Doktor, vitamin eksikliği, dedi. Koca koca haplar verdi. Her bir şeyi unutur oldum da Murat çıkmıyor aklımdan. Bir aklımdan mı? Yüreğimdeki yeri giderek büyüyor. Hâlbuki bendeki yerini toplasan iğne deliği kadar etmez demiştim. İnsanın kendini kandırması ne kolay.

Bu sabah Leyla Hanım kahvaltısını civcivlerle paylaştı. Affedersiniz civcivle.

Buraya geldiğimde sayıları on beşti. Her gün biri öldü. Anasız babasız gelmişler dünyaya. Makineden çıkmışlar. Bahar abla söyledi. Aklım almadı ya ses etmedim.

Bir başına kaldı garibim. Gelen giden müşterilerin arkasından koşuyor. Leyla Hanım sevgiye ihtiyacının olduğunu söyledi. İhtiyaçlar zamana ve mekâna göre farklılık gösterir, dedi. Yüzüne şaşkın şaşkın baktım. Görünüşe bakılırsa epeyce manalı söz biliyor. Benim anlamadığım laflar bunlar, büyük sözler.

Leyla Hanım yazarmış. Kocası, Ali Bey'e söylemiş. Dergilerde öyküleri yayımlanıyormuş. Yakında kitabı çıkacakmış. Bunları duyunca heyecanlandım. Yazar olmak başka bir şey tabii. Benim hayallerimde de vardı. Ama ben anlatıcı olarak kaldım. Dere kenarında oturuyordu Leyla Hanım. Masasında daima açık bir kitap ve defter bulunur. Demli çayı yudumlar, deftere bir şeyler karalar. Sebepsizce güler. Buralarda kendi kendine gülene deli dendiğini bilse! Arada işaret parmağını şakağına götürür. Bir şeylerin hesabını yaptığı muhakkak. Görünüşe bakılırsa hikâyenin de bir matematiği var. Fırsatını buldum, yanına gittim. Yazıyormuşsun dedim. Cümlenin sonuna uz eki getirmem gerektiğini hatırlatan bir bakışla başını salladı. Her şey yazarlar da konuşmaya gelince susarlar bunlar. Kısa bir sessizliğin ardından evet, dedi. Bahar abla söyledi dedim. Ali Bey söylemiş. Güldü. Göz ucuyla yazdıklarını yokladım. Sitem, itiraf ve kocası aynı satıra sığmıştı. Bakışlarımı hızla çektim. Yaptığım hırsızlıktı.

Hayatımı yazsan roman olur, dedim. Ani bir giriş yaptığımı sonradan fark ettim. Acele davrandığım için kızdım kendime. Öykü yazıyorum, dedi. Bir kitaba konu olma umudumu bir cümleyle söndürdü. Yazarlar, tanınmış kişiler, mesafeli olmalıymış, demişti Ali Bey. Okumuş adam tabii, boşa laf etmez. Hâlbuki benim sözcük dünyamda mesafenin karşılığı yollardı, uzak şehirlerdi, A noktasından B noktasına gitmekte olan bir araçtı. Murat'tı.


Sibel Oğuz

3 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page