top of page

Öykü- Uğraş Abanoz- Atları Karanlığa

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 18 Eyl
  • 5 dakikada okunur

Köyün en güzel kızını en çok toprağı olana verdiler, dirlik düzenlik kurulmuş oldu böylelikle. Dağın dibinde, küçük, kendi hâlinde, kendi biçiminde, ormanların uğultusuyla, ağaçların gökte bıraktığı bitmez hışırtılarla gün gün, saat saat cıvıldadı köy. Herkesten ve her türlü güzellikten uzak olunca kendi oyunlarını, kendi dünyalarını kurdular. Zahireyi un eden değirmende cinler, düğünlerde sabaha kadar çalan âşıklar, yediye giden oyunbazlar hep böyle böyle belirdi.

Mogo Dayı, kin tutmaz, kalbi iyilikle dolu, herkesin yardımına koşan bir âdemoğluydu, az evvel bahsettiğim kızı oğlu Osman'a gelin edince rahat bir nefes aldı. Çünkü Mogo Dayı rüyasında görmüştü bu güzeli. Düşünde ak libaslar içindeydi, elinde gabız değirmende un öğütürken kapının önünde belirmişti Hanım Sultan. Saçları belik, dişleri inci, üstünde Acem işi mavi bir tülle gülmüştü. Mogo Dayı şaşırmış, hem düşünde, hem yatağında dönenip durmuştu. Uyanır uyanmaz köyün altını üstüne getirdi. Gitmediği hoca, danışmadığı bilge kalmadı. Rüyasını yorumlayanlar hep aynı şeyi söyledi. “Bak Mogo Dayı, köyün en güzel kızı henüz doğmadı, doğunca, büyüyüp serpilince alırsın oğluna, olur biter!” Mogo Dayı, uyudu, uyandı, fındık döşürdü, değirmende kaldı, mevsimler geçti, Hanım Sultan'ı oğluna aldı. Tüm dağ köyleri tepenin başındaki yaylada toplanıp düğün kurdular, böylesi kalabalık, böylesi ihtişam o güne değin ne görüldü ne duyuldu. Gecelerce yandı ateş, yıldız yıldız parladı yalımlar. Millet akın akın Lansa'ya koştu. At oynatan yiğitler, ciritçiler, masalcılar, gölgeciler, gemiciler, âşıklar ve külahlı büyücüler. Ateş kabardı, Hanım Sultan serpildi, dağlarda yel esti, Hanım Sultan güzelleşti. Mogo Dayı, ağzı kulaklarında ekmek pişirip yemek yetiştirdi çadırın önünde kuyruk olanlara. Gelenler boynuna sarılıp ağladı. Herkesin yedisini yapan Mogo, oğlunun da damat tanıştırmasını yapmak isterdi elbet, isterdi ama sisi hiç hesaba katmamıştı. Yaylada üç gün süren düğün bitip duman incelince dağların tepelerinden hışımla sis bulutları aktı Lansa'ya. Herkes bilirdi ki bu sis insan yer, bu sise zinhar adım atılmaz. Çadırlara çekildiler. Homurtular epey sürdü. Gece ninniler söylendi bebelere, hiçbir çocuk uyumadı. Masallar, türküler boşlukta dolanıp durdu. Siste uyur ormanlar ninni, benim güzel gamzelim ninni, babası da yâr fidan boylu, akşama gelecek ninni... Mogo Dayı, elini kalbine koyup düşüncelere daldı. Sisin ne vakit çekileceğini, yediyi nasıl yapacağını, lazım gelen çareleri düşünüp durdu. Sarı Ayşe, sisin, ninesinin anlattığı sis olduğunu, eski çağlardan çıkıp geldiğini, yedi olmasın diye çöktüğü yerde kalacağını söyleyince, Mago Dayı, elinde kamayla çadırı dört döndü. Gözlerini belertip önüne ne gelirse devirdi. Osman dellendi, güç zapt ettiler. Mogo Dayı, oğlunu bileğinden yakalayıp bir oğluna bir karısına baktı,

“Oğlum!” dedi, “bilmez misin bu sise giren iflah olmaz. Hışımla kalkan kıçüstü oturur! De bakalım şimdi ben hangi işi çözmedim, hangi işte sebat etmedim. Geç bakalım şöyle başköşeye gönlümün yücesi, başımın tacı oğlum. Sen yitip gidersen neylerim, korkma, kızı aldık, kızı alan yediyi de yapar, tasalanma!”

Sarı Ayşe'nin Ninesinin Anlattığı

Biz sisi gördük kızım, hem de ne sis, ama çok oluyor, ben küçüktüm, mazide atlılar vardı, yolculuktan dönen, yolculuğa çıkan, kara, boylu boslu adamlar. Nallarını, üzengilerini, eyerlerini onarıp yola koyulurdular. Onlar gidene dek evin önü şenlenir, panayır olurdu. Bizim ekmeğimiz, aşımızdı o adamlar, o yollar, o taşınan mallar. Yine böylesi bir gün, yiğitler çıkıp gelince anam çorba kaynattı, babam nal çaktı. Adamlar tam yola çıkacak Ziyaret Tepesine bulut aktı, ama nasıl bulut, elleri var sanırsın, geldiği yere sarılıp kalıyor. Sifte evvelki bulutlar sandık, gider dedik. At kişnemeleri, toynak sesleri kayboldu, çığlıklar, koşu sesleri... Dörtnala giden atlılar, uçurumlardan, sırtlardan, yarlardan düştü, paralananlar civar köylere kondu. Mısır, tütün, fındık, gümüş yükleyenler soluğu İran'da aldı. Hatta bir vakit limana gelen koyunları, dağdaki tüm koçları şaha götürdüler. Oradan da buraya; porselen, ipekli kumaş, gözü açılıp kapanan bebekler geldi. Korkardım o bebeklerden, ablam da korkardı. Ablamı Karlık Köyü'ne istemediği birine verdi babam, çok başlık parası aldı. Çok para hırs demek, ölüm demek. Köye oluk oluk para aktı. Babam ayağına hızlı, yürekliydi, gözünü budaktan sakınmaz yiğit, nasıl kıydı ablama bilmem, sis çökünce yitti. Kimi dedi, ablanın yavuklusu vurdu, kimi dedi, sis yuttu. Sis çöktü, çöktü ve gitmedi kızım, köpekler, çakallar günlerce ağladı. Su durdu, kuş durdu, ırmak durdu, atlar debelendi. Göz gözü görmez ovada aklını yitirenler oldu, gencecikken yaşlananlar... Ağaçlara çaput bağladık, sıra sıra kurbanlar kestik, köy eridi. Aylar sonra bir sabah alacası uyandık ki hava cam, berrak bir güneş düştü ağaçlara. İşte o vakit ermiş, ermiş neydi adı, he! Cavit! Cavit Ağa, o dedi ki, bu kadar ahın üstüne bu sis elbet geri gelir.

Osman geçip oturdu, Sarı Ayşe ateşi yaktı, lahana çorbasını iyice sıyırınca Mogo Dayı, ateşin tatlı alazlarına daldı. Gölgelerde aradı çareyi, gölgelerde rüzgâr kanatlı atlar, ejderhalar, çatal dilli yılanlar gördü. Kamanın sapını kavrayıp cigara sardı, saatler sonra herkesin içi geçmişken,

“Buldum!” diye bağırdı. Osman, Sarı Ayşe'nin boynuna sarıldı, ikisi pürdikkat Mogo Dayı'nın ağzından çıkacaklara kulak kesildi. Ateş çıtladı, sis köpürüp coştu. Dağlardan boyuna tıslama sesleri geliyordu. “Buldum, ben bulurum oğul, çare demek ben demek! İmdi, dinle bakalım, sis açılmazsa sisi açar, pus dağılmazsa pusu dağıtırız! Lüksü hazırla, Mavigök'ü al, tüm misafirleri önüne katıp dağı dolaş. Sisi korkutacağız. Zambur yolunda devcileyin ateşler yakacağız. Ateş ve lüks ışıklarıyla günce ışıyacak ortalık, sis kalkıp çekilecek. Yok çekilmezse, o ışık bize yeter, o ışıkla gideriz gelin evine!”

Osman sarıldı babasına, lüksleri yakıp çıktı. Islık çalarak çadırları dolaştı. Atını dolduran, ışıkla karşıladı Osman'ı, tam bin atlı Lansa'da dolaşmaya başladı. Onları uzaktan görenler, geceyi zarambulalar tutmuş sanırdı. Bin atlı dolaştı ve büyük bir ateş yakıldı. Sarı Ayşe çadırdan çıkıp ağladı, öyle ağladı ki gözlerinden süzülen yaşlarla bölük pörçük gördü dünyayı, yer gök dalgalandı. “Bizim herif erdi,” dedi burnunu çeke çeke, “erdi de başımıza ne işler açtı, sisle cenk ediyor, seni alırlar Mogo!” dilinde fısırdayan duaları gökyüzüne üfürdü. Mogo, lüksü göz hizasına kaldırıp ufku taradı. Islık çalınca Osman dörtnala çıkıp anda geldi.

“Dediğin oldu baba! Gidelim!”

Yola düştüler. Vardılar köye, gelin evi karanlıktı, ışıklar yandı. Buyur ettiler yedicileri, Mogo Dayı önde oğlu arkada girdiler Hanım Sultan'ın evine. Geniş pencereli, sedirli odaya oturdular. Masa kuruldu. Masada, turşu, baklava, sarma, mısır ekmeği, yoğurt, güveç, sütlaç vardı... Osman pek yanaşmadı, sustu. Mogo Dayı bağdaş kurup epey yedi, kahvesini yudumladı, yardımcısı İbik Hasan'a işmar etti, oyun başladı.

Düğün ettik eyledik, gelin kız çok güzel, isteriz ki anası babası sevsin damadı...

“Biz bu damadı bu gece asacağız İbik!”

“Asmayalım Mogo Dayı!”

“Biz bu damadı pencereye asacağız İbik, sedef tarak cebinden çıktı!”

“Asmayalım dayı!”

“Biz bu damadı asmayacaksak İbik, siz bize güzel bir hediye vereceksiniz!”

“Ne verelim dayı!”

“Altın olur, bilezik olur, koyun olur, yüzük olur, küpe olur, fındık olur, para olur.”

“Verelim dayı.” dedi İbik, Kıvriş Narin koynuna uzanıp babasından kalma yadigâr tabakayı    bakır siniye koydu. Kaval başladı, çaldı ha çaldı, köçeğe durdu yediciler, dal dal dalgalandı döşeme. İbik Hasan idare lambasını kaldırdı, oynadıkça döndürdü ışığı, huzmeler yayıldı şen yüzlere. Kaval şişti, gufaya soktular. Çaldılar ha çaldılar. Mogo Dayı işmar etti, oyun yeniden başladı.

Düğün ettik eyledik, damadımız yakışıklı, isteriz ki sevsin anayı babayı.”

“Biz bu damadı mutlak asacağız ağalar!”

“Asmayalım dayı,”

“İp getirin, ayağına sarın, ipin ucunu dışarıdaki cevize bağlayın!”

“Bağlamayalım dayı!”

“Yok derseniz, o vakit pamuk eller ipek cebe!”

“Ne verelim Mogo Dayı!”

“Ne isterseniz onu verin İbik!”

Kıvriş Narin koynuna uzanıp kadife kese çıkardı, pırlantaları döktü siniye, herkesin gözleri    ışıdı, ışltılar büyüdü, büyüdü, kör oluyorlardı az daha baksalardı. Osman ağladı, yediciler çekildi, kaval sustu. Tatlı bir uykunun içine düştüler. Yalnız Osman uyumadı, kapı usuldan aralanıp Hanım Sultan eşikte belirince bin düğümlü halıda motifler kıpırdadı. Osman ayağa kalkıp heyecanla etrafa bakındı. Kimseler uyanmadı, kalbi elinde, güp güp, güp güp attı... Kapıya baktı, yürüyüp Hanım Sultan'ı karşıladı. Açtı yazmasını, kalem kaşlı, iri gözlü... öptü al dudağını. Öper öpmez uyandı ahali, kaval başladı, kalkıp oynadılar. Şıkır şıkır şıkardadı eller, tıkır tıkır tıkırdadı diller.

Kem kem kem gözler,

uzak olsun sizden,

Mogo oğlu Osman,

Aldın gelinlerin hasını...

Bebelerin tastamam, üç, beş, on olsun Osman!

Olsun mu? Olsun. Olsun mu? Olsun.

Uzak olsun belalar, çekildi cefalar,

açılsın dağlar,

açılsın...

Yediciler dolanır böyle siste, sis açılmazsa ışık yakarlar, nice gelinler dağlarda, evlerde bekler, nice yiğitler atlarını hep ama hep karanlığa sürer.


Uğraş Abanoz

 
 
 

Yorumlar


bottom of page