top of page

Öykü- Vildan Çelik- Dost Çağrısı

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 12 Kas
  • 6 dakikada okunur

Sevgili Nuran,

Bu sıralar seni ihmal ettim biliyorum. İstanbul’dan ayrılalı bir seneden fazla oldu. Şimdiye kadar sana bir kucak dolusu mektup göndermem gerekiyordu. Adnan ve buradaki eş dost beni oyaladı. Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar mektup yazabildim. Mutluluğumu, sağlığımı ve Adnan’ı anlattığım birkaç satır sadece.

Senden gelen mektuplara göz gezdirdim az önce. Çoğunun kısaca çiziktirilen birkaç satırdan ibaret olduğunu hayretle gördüm. Ben iyiyim, Fatma iyi, Mümtaz iyi, halam iyi, havalar soğuk ya da sıcak o kadar. Daha önce dikkatimi çekmeyen bu husustan dolayı ziyadesiyle üzgünüm.

Nasılsın? Neden bana kendinle ilgili birkaç satır dahi yazmadın? İzmir’e yerleşmeyi düşündüğünü dün akşam Şanzelize’de karşılaştığım Aylin’den öğrendim. Daha sonra anlattıkları dünyamı başıma yıktı. Senden, Mümtaz’dan, Suat’tan, Fahir’den ve tüm yaşananlardan bahsetti. Duyduklarıma inanamadım! Sabahın ilk ışıklarıyla sana yazmaya başladım.

Dün akşamdan önce niyetim elime kâğıdı kalemi aldığımda yine Adnan’la ilişkimden, gezdiğim müzelerden, yeni çıkan müziklerinden, partilerden Paris’in ve insanların huzursuzluğundan; hulasa bütün yaşadıklarımdan, gördüklerimden ve hissettiklerimden yazmaktı. Duyduklarımdan sonra kendimle ilgili her şeyi geride bırakarak senin için hissettiğim endişeleri yazmak istedim.

Güzelim, ne yaptın sen? Yaşadığın hayal kırıklığını, acıyı ve korkuyu hissediyor aynı zamanda anlıyorum fakat “Hayal kırıklıklarımız, acılarımız, korkularımız bizi hata yapmaya sevk etmemeli tam tersine ders almayı öğretmeli,” diyen sen değil miydin? Hatta bu sözünden dolayı ben bir ayrılıp bir barıştığım Cevat’ı bırakıp Adnan’la Avrupa seyahatine çıkmadım mı? Hayatımın rotasını değiştiren güzel aklın kendine işlemiyor mu? Yaşadığın bunca talihsizliği üzerinden uzun zaman geçtikten sonra yabancılardan mı duyacaktım?

Ah Nuran!  Beni yalıya çağırdığın, çabucak gel dediğin günü hatırlıyor musun? Ne olup bittiğini merak edip telaşla yanına geldiğimde gözlerinin içi gülüyordu, elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordun. “Neler oluyor?” diye sorduğumda gizlice odana çıkmıştık da heyecanla Mümtaz’la vapurda karşılaşmanızı anlatmıştın. “Çekingen ürkek fakat tutkulu, her konuda kendini geliştirmiş eğitimli, kültürlü biri,” demiştin. Sonra sizi takip ettiğini, sokakta Fahir’le ve Emma’yla karşılaştığınızı anlatmıştın. Fatma’nın ilgisiz babasını özlediğini, hatta ondan ayrılmak istemediğini, üzüntünü atmak için dışarı çıktığında hâlâ sokakta beklemekte olan Mümtaz’la dolaştığınızı söylemiştin. “O henüz hayatın başında, ben görmüş geçirmiş bir kadınım fakat bu durum ona olan ilgimi kaybettireceğine merakımı arttırıyor,” demiştin. Sonra her gün iskelede seni beklediğini öğrenmiş, dört günün sonunda onunla buluşmaya karar vermiştin. Onunla buluşmak için İclal’le iskeleye gittiğinizi, güya tesadüfen karşılaştığınızı anlatıp onun ürkekçe, “Bir arkadaşımı bekliyordum,” deyişini, yalan söyleyişindeki mahcupluğu, başını yere eğişindeki asaleti sevgiyle anlatmıştın. Hatta eski bir köşke girip öpüştüğünüzü biraz yüzün kızararak, biraz da göğsün kabararak dile getirmiştin.

Aradan geçen zamanda yaşanan türlü talihsizlikler oldu. Fahir’in ve Suat’ın yazdığı mektuplar seni huzursuz etti biliyorum. O zaman için Mümtaz’dan uzaklaşmış olsan da onu sevdiğini söylediğin gün bugün gibi hatırımda. Bir bilinmezliğe çekilir gibi ona doğru çekildiğini, ondan kopamadığını, onda kendinde olmayanı bulduğunu söylediğin de…

Mümtaz’la evleneceğini anlatırken güzel yüzünün ışıldayışı, gözlerinin içindeki mutluluk ve alnına dökülen saçlarını geriye doğru ittirirken dudaklarında beliren mesut tebessüm de hâlâ hatırımda. Seni en son ne zaman o anki kadar mutlu gördüğümü hatırlamaya çalışıyorum, inan anımsayamıyorum. Çocukluğumu, genç kızlığımı, okul hayatımı birlikte geçirdiğim insanı, yani seni, bu kadar mesut ve bahtiyar gördüğüm başka bir an olmadı. Adnan’dan bahsederken, “Beni, benden iyi tanıyor gibi,” demiştim sana. Gülmüştün hani, sonra sen de “Biz Mümtaz’la bir elmanın iki yarısı gibiyiz tek fark benim yarımda küçük bir elmanın baş vermesi,” demiştin. Anlamamıştım, “Nasıl yani? diye sormuş, dudak bükmüştüm. Sen de  “Fatma’m, canım kızım. Benim yarımın baş gösteren parçası,” demiştin. “Mümtaz’ın Fatma’ya karşı tutumu, onunla yakınlığı nasıl?” diye sormuştum sonrasında, sen de “Benden daha çok alakadar oluyor, benden fazla düşünüyor,” demiştin. O zaman Mümtaz’ın seni çok sevdiğini ve onunla mutlu bir ömür süreceğinizi anlamıştım.

Fahir’in Emma’yla yaşadıklarından ve çapkınlıklarından bıktığın, evi terk ettiğin zaman pervasızca sürdürdüğü hayatı duyulduğunda “Vereceğim kızını yanına bakalım aynı hayata devam edebilecek mi?” diye öfkeyle feveran etmiştin de, “Ver kız,” demiştim hani. Sonra hüzünlü gözlerle, “Yavrumdan nasıl vazgeçerim? Öyle bir babaya körpecik kızımı nasıl emanet ederim?” deyip ağlamıştın. Ne değişti Allah aşkına sevgili Nuran? Nasıl Fahir’le birliktelik kararı alabildin?

Hem sonra Mümtazdan bahsederken “Sonbaharda yağan yağmura bile üzülür,” derdin, bu kadar hassas bir insana nasıl bu kadar rahat kıyabildin? Hiç unutmuyorum bir gün Mümtaz’ın sana, “Öyle bir hayat arkadaşı istiyorum ki benim tüm arzularımı beklentilerimi karşılayabilsin. Benimle bir ömür mutlu olabilsin. Sen öyle bir kadınsın Nuran! Müzik, sanat, siyaset ve edebiyatta aynı düşüncelere, aynı beğenilere sahibiz, her konuda konuşabildiğim ve anlaşabildiğim bir tek sen varsın dedi,” demiştin. Hepsinden önemlisi bunun karşılıklı olduğunu söylemiştin. Şimdi ne oldu ne değişti Nuran? Elbette bana, “Önce kızım sonra ben,” diyeceksin biliyorum, fakat sana şunu sormak istiyorum: Mutsuz bir anne, evladını nasıl mutlu edebilir?

Suat’ın yaptığı şey…  Aman Allah’ım! Ne acı bir son ne büyük bir talihsizlik. Nasıl bir iblisi hayatımıza sokmuşuz meğer… Fakülte yıllarında sana aşkını ilan ettiğinde hiç düşünmeden onu reddetmiştin. Sana olan takıntısına rağmen gördüğü her güzel kızla flört eder, senin gözlerinin içine baka baka onları dansa kaldırırdı. Sen umursamazdın, benimse tüylerim diken diken olurdu. O etrafımızdayken tedirgin olan kalbimin sık atışlarını durduramazdım. Bakışları Nuran, bakışlarını hiç unutamıyorum. Kıstığı gözleriyle insanlardan öç alırcasına attığı bakışlarını, onlardan üstün olduğunu ispata çabalayışını, etrafındakileri hakir görüşünü. Herkesten bir alacağı varmış da alamıyormuş gibi hiddetliydi. Elde edemediği tek varlık senmişsin! Canı pahasına bunu ispatladı değil mi? Evlendi, şehri terk etti, kurtulduk diye boşuna sevinmişiz. Geri geliş sebebi mutluluğunu elinden almakmış, bilememişiz.

Sahi, onu ipin ucunda sallanırken gördüğünde ne hissettin? Hem de kendi evinin orta yerinde. Ya Mümtaz, o asil, o duygulu adam böyle bir sahneyle karşılaşınca ne hissetti, seni nasıl korudu? Sahi koruyabildi mi? Kafam karmakarışık, sen ne haldesin kim bilir? Gazetelere yansımış olsa, haberleri duyar sana daha evvel ulaşırdım fakat Aylin’in dediğine göre Mümtaz’ın ağabeyi İhsan sayesinde gazetelerde olay yeri ve isimleriniz geçmemiş. Yaşananların etkisinden kurtulmak için Bursa’ya gittiğini ve Mümtaz’ın ısrarlarına rağmen ondan ayrıldığını duyunca çok üzüldüm ve sana çok kızdım.

Canım, Fahir hiçbir zaman sana layık değildi ve olmak için çabalamadı da biliyorsun. Varsa yoksa yaptığı iş, kazandığı para ve gönül gezdirdiği kadınlardı hayatı. Bir kez olsun seni anlamaya, seninle hemhâl olmaya çalışmadı. Senin seviyende bilginde ve kültüründe de olamadı.  Aynı dili konuşamadığınızdan, yalnızlığından yakınırdın hep. Evliliğin boyunca mutsuzdun. Sırf kızın babasından ayrı büyümesin diye katlandın ona kabuğuna çekilip hayatı yaşamayı değil seyretmeyi seçtin. O kadar hassas bir insan, fedakâr bir anneydin ki bunu dile bile getirmedin. Bu durumdan yakınmadın bile!

Seni çok iyi tanıyorum Nuran. Yaşadıklarının en yakın şahidi bendim. Ne hissettiğini ne düşündüğünü anlıyor, sana saygımdan konusunu açmıyor yanında olduğumu hissettirmekle yetiniyordum. Eğer Emma olayı ayyuka çıkmasaydı kızın için hayatı seyretmeye devam edeceğini, onun için kendi mutluluğundan feragat edeceğini biliyordum. Emma’yla kol kola gezmeleri, birlikte ev tutmaları, her partide birlikte boy göstermeleri gururunu incitti de evi terk edebildin.

Yazdığım her kelimenin doğru olduğunu biliyorsun Nuran. Kızıyla vakit geçirmeyen, onun sorumluluğunu üstlenmeyen bir adamın evinde bir şeylerin düzeleceğini umut ederek mi hayatını geçireceksin? Mutluluğu bulmuşken ona sırtını dönüp tekrar Fahir’le mi evleneceksin? İnanamıyorum! Birinin yürekli olup kendine yaptığın haksızlığa dur demesi gerekiyor. Yazdıklarımı mazur gör ve kendine gel lütfen!

Bu satırları okurken seni anlamadığımı düşünecek, başını öfkeyle sağa sola sallayacak ve dudağını ısıracaksın biliyorum. Gerçekler karşısında hep böyle yaparsın. Yanında olsam odayı terk edip gidersin hatta. Yazık ki yanında değilim, yazık ki bana çok ihtiyacın olduğu zamanlarda çok uzaklardayım. Seni kollarımın arasına alıp sarılmak iyice bir sarsmak isterdim.

Zihninden geçenleri tahmin edebiliyorum Nuran, Suat’ın kendini Mümtaz’la yaşadığınız evde asmasıyla sevdanıza kara bir leke düşürdüğünü ve Mümtaz’la asla mutlu olamayacağını düşündüğünü de çok iyi biliyorum. Uzaklaş bu saçma düşüncelerden! Başka bir semtte ev tutmak, Suat’ın kötülüğünü dışarıda bırakmak çok mu zor? Seçmek üzere olduğun hayattan daha zor olmadığını bilmelisin kuzum, kıyma kendine!

Hem sonra Mümtaz’ı düşün! Yaşadığı hayal kırıklığını anlamaya çalış. Fahir ve Suat onu tanımadan önceki hayatının parçası değiller miydi? Seni beraberinde getirdiğin hayatla kabul eden, bundan şikâyetçi olmayan, senin çocuğunu kendi çocuğu yerine koyan bir adama yapılacak iş mi bu? “Huzur,” demiştin Nuran, “Mümtaz huzuru benim yanımda bulduğunu söylüyor ben de onun yanında huzur buluyorum. Görmüş geçirmiş bir kadın olarak bu duyguyu yaşayabilmek çok zor.” Neden elinde olan mutluluğu bir çırpıda yok ediyorsun? Neden Suat’ın kötülüğünün faturasını Mümtaz’a kesiyorsun?

Aylin, Mümtaz’ın ağabeyi İhsan’ın hasta olduğunu söyledi. Zatürreymiş, durumu pek iyi değilmiş, onunla ilgileniyormuş. Dünya’nın ve bizlerin huzursuz olduğu zamanlardan geçiyoruz. Onun hassasiyetini en iyi sen biliyorsun. Kendine ve Mümtaz’a kıyma ne olur!

Çok yakında geleceğim. Biliyorsun, savaş söylentileri var burada. Paris tedirgin ve huzursuz. İnsanlar Almanya’daki delinin yapabileceklerinden korkuyor. Karışıklıktan mütevellit uçaklarda yer bulmak bir hayli zor. Bulduğumuz ilk uçakla İstanbul’a döneceğiz. O zamana kadar pişman olacağın bir karar verme, bir adım atma ne olur!      

Adnan, mektubum eline çarçabuk ulaşsın diye öğlenki İstanbul uçağıyla yollayacak. Kısa bir süre içerisinde elinde olacağını umuyorum. Bekle beni güzel arkadaşım. Başına buyruk olduğunu biliyor ve beni anlamak yerine bana öfkelenmenden korkuyorum. Yazdıklarımı düşün, ben gelmeden hareket etme!

Fatma’yı ve seni hasretle öpüyorum!

Sevgilerimle, arkadaşın, dostun, kardeşin,

Jale Alsancak


Vildan Çelik

 
 
 

Yorumlar


bottom of page