top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Zeynep Öztekin Yıldırım- Kalbin Ritmi Rock’n Roll’dur

Tıp tıp tıp. Zaman ilerlemiyor. Durmuş gibi. Einstein babanın görelilik kuramı öyle iyi anlaşılıyor ki burada. Zaman, ey zaman yatay mı yoksa dikey mi akarsın?  Burada zaman, koridorun öbür ucundaki heladan gelen bozuk musluğun tıp tıp tıp sesi ile tükeniyor. İzin verseler contasını tamir ediveririm iki dakkada ama insani işlere izin yok. Saatin zembereği de bozulabilir mi? Son hız akması için… 

Bütün titreşimleri duyabiliyorum. Avludaki kuşların cıvıltıları, bahçedeki kuru otların hışırtısı, pencereme yapışan sineklerin vızıltıları, yan hücrelerden gelen fısıltılar, kulağımın bir fil gibi her şeyi duyması bir ceza adeta. Kulaklarımın yelkenliği de ondan mı acaba? Uykuya dalamıyorum. Ortaokulda müzik öğretmenim “Absolut kulak, nadir bulunur, harcanmasın, konservatuvar sınavlarına sokun Ahmet’i,” demişti de babam ağzı açık bakakalmıştı. 

“Absolut mapsolut, ne diyo lan öğretmenin?” diye çıkışta da bana çıkışmıştı.

Kusursuz bir müzik kulağının burada başıma bela olacağı nereden gelirdi aklıma?

***

Tek kişilik hücredeyim. Akşamları çaldığımız gazinoda bir gece kavga çıktı, istek parçasını çalardın çalmazdın derken, bir hengâme oldu, kafamız da iyiydi, ardımda iki ölü bırakmışım. Tarlabaşı’nın garibanıyız, arka çıkan da olmadı, nefs-i müdafaa falan dinlemedi hâkim, bastı müebbeti. “Pişman oldun mu?” derseniz. O piçleri öldürdüğüm için değil kendime böyle bir kötülüğü yaptığım için pişmanım. İstek parçası için değer miydi be Ahmet? Bir gün hiç açıklama yapmadan attılar beni buraya. Küçücük bir pencere, sert döşekli bir yatak, bir dolap, dört duvar, bir de gündüzüme geceme eşlik eden tıp tıp tıp. Dışarının sesini biraz kısabilsem.

“Sayım zamanı, herkes kapıya çıksın, 1, 2, 3, …17, 18, 19, 20. Tamam, eksik yok, ışıklar sönüyor.”

***

Sabah güneşi, en sevdiğim, sarı top nazlı nazlı yükselir, sabahlar zamanın dikey bir çizgi olduğunu hatırlatır, sanki yukarı doğru yükselen bir çan eğrisi, türlü maceraya gebe bir çan. Sabah yoklamasını arkadaşlarımın kalp atışları ile alabilirim. Evet, bugün de tam, kalbi duran yok. Güm güm de güm güm. Kalbin ritmi Rock&roll’dur.

Tam on ikide havalandırmaya çıkarız. Her çıktığımda kafamdan aşağı bir kova güneş dökülmüş gibi bir his. Bir, iki, üç, …tam kırk adım. Kırk adım da geriye, önce büyük kare taşlar, gittikçe küçülerek, dikdörtgene dönüşerek, sona kalanlar ufak tefek kırık parçalar. Havalandırmayı renklere dokunmak için seviyorum; gök mavi, bulutlar beyaz, ağaçlar yeşil, çiçeğe durdularsa pembe, beyaz. Ama yarım saat otuz saniyeye eşit. Sonra tekrar sayım 1, 2, 3 …17, 18, 19, 20. Tamam, eksik yok, geri hücrelere.

***

Öğleden sonraları iki ile beş arası yatay bir çizgi, geçmek bilmeyen bir zaman dilimi. Günün o kısmı iptal edilse doğruca altıya geçilse mesela güzel olmaz mı? Öğleden sonraları, tıp tıpta tıp tıp. Sağ üst köşeye örümcek ağ örüyor yine, birkaç güne sinekler düşer ağa. Tıp tıp tıp. Güneş, pencerenin en üstünden su tabancası misali son bir gayret ışığını boşaltır odaya, öyle gider, bugün başını ne çabuk eğdi.

“Gardiyan, gardiyan, yetişin, Ahmet’ten hırıltılar geliyor, kötü galiba.” Koridorda telaşlı ayak sesleri duyuyorum, ayakkabıları lastik tabanlı. Taş zeminde gıcır gıcır sesler çıkarıyorlar. 

Nefes, bazen ne kadar zor bahşedilir insana bilir misin? Derin derin çekersin de bir türlü teşrif etmez, o kahrolasıca oksijen ikna olup da doluşmaz ciğerlerine. Tonlarca ağırlığın altında ezilirsin. Tıp tıp tıp.

“Ahmet, Ahmet, kendinde değil, hemen bir sedye, acil!” Telsizle revire canhıraş haykıran gardiyanın sesi kulaklarımda çınlıyor.

“Gözlerini açıyor.”

“Ne oldu bana?”

“Astım krizi geçirdin.”

“İlaçlarım bitmişti, alamıyordum ne zamandır.”

“Rapor yazdım, artık düzenli kullanacaksın. Ben yine de tedbiren seni hastaneye sevk ediyorum.”

“Tamam doktor bey, sağ olun.”

***

Revirin manzarası ne güzeldi öyle, badem ağaçları çiçek açmış, pembe pamuk şekerine benziyordu. Sahi pamuk şeker yemeyeli ne kadar oldu? En son babam, ablamla beni lunaparka götürdüğünde almıştı. Bayağı olmuş. Ne zamandır görüş gününe de gelmiyorlar. 

***

Ambulans ses çıkarmadan hızla ilerliyor. Şehir kulaklarıma hücum etti. Hızla geçen otomobiller.  Öfkeli sürücülerin korna sesleri, bağırışmalar, “Yol benim puşt!” “Puşt senin babandır!” Acı bir fren sesi. Hızla kapanan kapılar. “Niye önüme kırıyon deyyus?” “Yol babanın malı mı?” Durduk, bekliyoruz. Bıraktığımdan beri dışarıda bir şey değişmemiş. Öfkenin o güçlü sesi hiç kısılmamış. Tekrar hareket ettik. Oksijen maskesi çok iyi geldi. Derin nefesler alıyorum. Ciğerlere dip köşe temizlik yapıyor. Durduk, kapılar açıldı. Hastane yakındaymış. Sedyeyi indirip, hızla içeri taşıdılar. 

“Astım krizi geçirmiş, nereye alalım?” “Üç numaraya.” Beni diğer hastalardan iki perde ayırıyor.  Biri bağırmaya başladı, daha doğrusu böğürüyor.  “Doktor yok mu? Annem kalp krizi geçiriyor, yetişin.” “Hasta nerede?” “Sen doktor musun?” “Hemşireyim, hastanız nerede?” “Doktor, niye gelmiyor?” “Diğer hastaların başında. Hastanızı yatıralım, hemen müdahale edecek.” “Ne biçim acil burası? Kalp krizi diyoruz. Doktor yok.” “Beyefendi konuşarak vakit kaybediyoruz. Tansiyon, nabız ölçelim, hastanız arabada mı?” “Sana ne lan nerdeyse nerde?” “İmdaaat! Bırak saçımı, n’apıyorsun? Beyaz kod verin, beyaz kod.” Yerlere bir şeyler düşüyor, metal ve cam sesleri. Birileri koşuyor. Çakma Crocs terlikler bunlar, bütün gün ayakta durmayı kolaylaştıran cinsten. Güvenlik hâlâ müdahale etmedi. Adamın bağırışı devam ediyor. Beni burada unuttular. Oksijen maskesini taksalardı bari. Şu kırmızı ipi çeksem gelirler mi? Ama dayak yiyorlar nasıl gelsinler? Ne çok ses, farklı bir ritim daha çok pop caz.

“Sen? Beni nasıl buldun? Burası acil. Böyle bağıramazsın. Güvenlik nerede?” “Kim bu doktor hanım?” “Bizim mahallenin meczubu, her sabah peşime takılır, ben de atlatırım. Çalıştığım yeri öğrenmiş belli ki.” “Hah, güvenlik geldi. Alın kardeşim bunu. Alın, dışarı çıkarın.”

***

“Geçmiş olsun Ahmet kardeş.”

“Sağ olun, sağ olun.”

“İyisindir inşallah.”

“İyiyim, iyiyim çok şükür.”

Mahpushanede huzur bulacağım aklıma gelmezdi. Dışarısı tımarhane, içerisi huzurevi olmuş. Tıp tıp tıp... Oh be!


Zeynep Öztekin Yıldırım

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page