top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Özay Erdem- Kaslar, Pastalar ve Evlilikler

Üç erkek -Nihat, Ufuk ve ben- masanın diğer yarısında oturuyor, gergin bir halde önümüzde duran pasta dilimlerine bakıyorduk. Bahattin kırmızı çantasıyla çıkıp gelmiş ve bütün iştahımızı kaçırmıştı. Öyle ki biraz önce çatalıyla büyük dilimleri çekinmeden kaldıran Ufuk, ikinci çayını sade olarak içmek zorunda kalmıştı. Nihat ise yarısı hâlâ duran pastasını muhtemelen kimseye belli etmeden paket yaptırıp eve götürmeyi planlıyordu. Kendisine ait olanı ortada bırakmayı sevmezdi. Ayrıca masanın tam ortasında duran kurabiyelere de yazık olacaktı. Belki onları da alırdı. Benimse pastadaki yoğun çikolata tadından midem bulanmış ve yarısını bile bitiremeden herkesten önce zaten yemeyi bırakmıştım. Fakat Bahattin gelip sinirlerimizi dürtünce inadına yemek istiyor ama cesaret edip çatalıma uzanamıyordum.

Bahattin’in dilimi harika görünüyordu. Hiçbir tarafından dürtülüp parçalanmamıştı. Yekpare haldeydi. Sadece tepesinde dizili muz dilimlerini -çikolataya boyanmamış olanlarını ama- yemekle yetinmişti. Gözümüze sokar gibi masaya bıraktığı kırmızı spor çantası onu bizden farklı kılıyordu. İçinde ter, emek ve gözyaşı vardı. “Siz de gelin benimle,” dedi muz dilimlerinden birini ağzına atarken. Teklifini ikinci kez yinelemişti. “Uygar Bey harika biri, ben böyle bir hoca görmedim. Adamın derdi paranızı almak değil. O, insanlığın sağlığı için çalışıyor.” Ağzına bir dilim daha muz attı. “Hayvanlar avlanırken sürekli bir hareket halinde fakat insanların spor yapması gerekiyor.”

İçimden, “sonuçta bir spor hocası,” diyordum, ne kadar mükemmel olabilirdi ki? Bana göre Bahattin kör bir hayranlık içindeydi. Ama işte çatalıma uzanıp o pastayı yiyemiyordum karşısında. Uygar Bey’in beynini yıkadığı dostum beni bu eylemden alıkoyuyordu. Aklıma sabahları artık içine zor sığdığım pantolonlarımla ve tişörtlerimden sarkan göbeğim geliyordu. “Bize ne oldu arkadaşlar,” demişti ardından Bahattin sustuğumuzu görünce, “biz bu hale nasıl gelebildik? Evlendik ve bitti mi her şey? Defteri kapattık mı?” Masanın diğer yarısına baktım göz ucuyla. Eşlerimiz, bizim kadınlarımız, birbirlerine gülücükler dağıtıp kucaklarındaki bebeklerle hayatlarından memnun görünüyorlardı. Aralarında -her zaman olduğu gibi- fazla kilolarından, bacak bölgesindeki kalınlaşmadan bahsediyorlardı. Fakat bunun yemeğin altını yakmak kadar bir değeri vardı onlar için. Üçümüz birden ne diyeceğimizi bilememiştik.

O akşam aslında güzel başlamıştı. Uygar Bey’den habersiz tatlı bir heyecana ortak olacaktık. Ufuk, sevgili karısı için, bir kafede sürpriz doğum günü partisi düzenlemişti. En yakın dostları Nihat, Bahattin ve ben davetliydik. Bir süredir spor salonuna giden Bahattin bize geç katılacaktı. “Bir gün gitmesen ne olur sanki?” demiş Ufuk telefonda. Fakat kendisine küfür edilmiş gibi karşılık vermiş Bahattin. “Saçmalama, bunlar tembel tarafımızın oyunu. Bir kerecikten ne olur deme, bu işler böyle başlar. Ben bu yolda sigarayı bile bıraktım…” İşte buna çok şaşırmıştım. Tanıdığım en büyük tiryakiydi çünkü Bahattin. Saygı duymaktan başka elimden bir şey gelmezdi. Üç haftadır devam ediyordu spora ve bu süre zarfında görüşememiştik. İki defa erkek erkeğe dışarıda toplanmış ama o gelmek istememişti.

Emel, Ufuk’un sevgili karısı, kucağında bebeğiyle içeri girince konfetiler patlamış, üstüne gül yaprakları dökülmüştü. Zavallı kadın küçük bir şok yaşamış ve huzurla anne kucağında uykuya dalan bebeği ağlamaya başlamıştı. Yine de biraz sonra mutluluk gözyaşlarıyla kocasına sarıldığını gördük Emel’in. Tebrikler kabul edilip hediyeler verilince erkekler masanın bir yarısına, kadınlar da diğer yarısına çekilmişti. Bu durumu mahremiyetten ziyade iki farklı cinsiyetin ortak ilgi alanlarına saygı olarak yorumlamak doğru olacaktı. Zira Ufuk ve Nihat’la İspanya La Liga’dan girip İtalya Seri A’dan çıkmayı bekliyordum. Futbol biz erkeklerin sohbet ateşine attığı, zahmetsiz alevlenen içi çıra dolu o büyük kütüklerdendi. Her zaman sakız gibi uzar, konuşacak bir şeyler bulurduk üzerine. Bir süre önce halı sahalardan emekli olmuştuk ve tribünde seyirci kalmayı seçmiştik. Herkesin önüne kocaman bir dilim yaş pasta bırakmıştı garson delikanlı. Çikolatalıydı ve muz dilimleri vardı üzerinde. Bundesliga’ya geçtiğimiz sırada kaz tüyü montuyla Bahattin çıkıp geldi. Kırmızı spor çantasını masaya bırakıp hepimize pırıl pırıl bir çehreyle gülümsedi. Üç arkadaş onu görünce mutlu olmuştuk. Fakat eşinin çatılmış kaşları gözümden kaçmamıştı. Yine de Bahattin bozuntuya vermedi ve Emel’e hediyesini uzatarak karşımdaki boş sandalyeye oturdu. Kendisi için ayrılmış dev pasta dilimine gözlerini kısarak alayla baktı. Sonra hepimizin tabağında dolaştı bakışları. Ben yarısını bile yiyememiştim. Ufuk ise azimliydi. Bir çay daha istemişti kalanını bitirmek için. Nihat da her zamanki gibi aheste aheste yemiş, kalanını paket yaptırıp eve götürürüm demişti şaka yollu. Ama bence dediğini yapacaktı. Bahattin’in kınayan bakışları üstümüzde bir süre daha dolaştı. Spor salonundan çıkıp gelmişti ve yaklaşık beş dakikadır önündeki pastaya çatalını sürmemişti. Bayern Münih’in hegemonyası biter mi konulu tartışmamıza ilgi duymadı ve dayanamayıp söze girdi. Nefsine hâkim olmanın kibri vardı halinde. “Siz de gelsenize,” dedi lafımı keserek. “Kurtulun şu göbeklerinizden. Bu yükü taşımayın artık. Daha mutlu ve sağlıklı bir hayat sürmek sizin de hakkınız.” Üçümüz birden -Ufuk, Nihat ve ben- şaşkın şaşkın suratına baktık. Önce futbolla ilgili bir şey diyor sandık, sonra önündeki çatal sürülmeyen pastadan anladık. Oysa Bahattin’in göbeği hâlâ yerinde duruyordu. Neden şimdi kendisi başarmış gibi ahkâm kesiyordu anlamamıştık. Böyle düşündüğümüzü tahmin etmiş olacak ki, “Evet, henüz ben de kurtulamadım. Ama o yoldayım, ikna ettim kendimi. Su elbette taşı delecektir.” Daha çok şaşırmıştım. Bahattin’in konuşma tarzı da değişmişti.

Bu sözleri sindirmek elbette pastadan daha zordu. Fakat sandalyede otururken iyice gerilen pantolonum belimi sıkmaya başlamıştı ve Bahattin’in sözlerinden sonra birden fark etmiştim. Ne zamandır bütün giydiklerim dar geliyor, rahatsız ediyordu beni. Gerçekleri sonunda biri suratımıza söylemişti. Eski, insancıl bedenimiz geride kalmıştı. Öyle ya da böyle hepimiz evlenince kilo almıştık. İşte bir fırsat diye düşündüm. Alınmanın gücenmenin manası yoktu. Yeni bir mücadele sunuyordu hayat bize Bahattin’in eliyle. Neden olmasın diye düşündüm. Eski giydiklerimi bırakıp yerine daha küçük bedenlere girebilirdim. Bütün bunlar birkaç saniyede olup bitmişti içimde. Ufuk, bana göre değil diyerek kesip atmaya çalıştı önce. Sonra Nihat -kızmıştı bu kadar aleni gerçeklerle yüzleştirildiği için- maddi yönden vurmaya çalıştı Bahattin’i, “Oraya para vereceğime gider her sabah sahilde yürürüm daha iyi,” dedi. “Mis gibi deniz havası da alırım. Kendimi neden duvarlar arasına hapsedeyim ki?” Araya girip, “Sadece yürümek yetmez,” dedim. Bunun üzerine üçü birden şaşırarak bana baktı. “Biz sınırı çoktan geçtik arkadaşlar,” dedim. “Bahattin haklı. Daha otuzumuza gelmeden halı sahadan bile emekli olduk, farkında değil misiniz?” Ufuk atıldı, “Ben hâlâ kalecilik yapabilirim, siz kendinize bakın,” deyince güldük. Sonra ortam yumuşadı. Eski günlerden, çıktığımız turnuvalardan bahsettik. O akşam, kadınlar aralarında bebeklerin tuhaflıkları üzerine konuşurken, eski günlerdeki gibi ortak bir amaç etrafında birleşmiştik. Spor hocası Uygar Bey görünmez kemendiyle bizi kendisine çağırıyordu.

Ertesi gün akşamüstü Ufuk, Nihat ve ben spor salonunun önündeydik. Mor neon ışıklarıyla yanıp sönen tabelada Uygar Fitness Center yazıyordu. Vitrin camı beyaz store perdeyle kapatılmıştı. Herkes halı saha eşofmanlarını giyip gelmişti. Neyse ki hâlâ içlerine zor da olsa sığabiliyorduk. Az sonra Bahattin de gelince hep beraber içeriye girdik. Etrafta bizim gibi parmağında yüzüğüyle göbekli erkekleri görünce hepimiz önce şaşırdık, yanlış mı yapıyoruz hissi yerleşti içimize. Hani neredeydi o kas yığınları, sopa yutmuş gibi dimdik yürüyen ızbandut adamlar? Sonra Bahattin’e sorduk, “Onlar üst kattalar,” dedi dostumuz. “Burası yeni başlayanlar için. Uygar Fitness Center, psikolojik olarak ezilmelerini istemiyor müşterilerinin.” Üçümüz birden etkilenmiştik bu uygulamadan. Demek iki katı birden kiralamışlardı ve işin ruhi yönünü de düşünüyorlardı. Her bir köşede vücudun farklı bir kısmını çalıştırmak üzere konumlanmış spor aletleri vardı. Bir taraf sadece göğüs kasları içindi, bir taraf da bacak ve kol kasları içindi. Ayrıca koşu bantları da bulunuyordu. Farklı kilolardaki dambılların bulunduğu demir sergi de gözümden kaçmadı.

Biz etrafı seyredip mekâna alışmaya çalışırken Bahattin, “İşte,” dedi, “geliyor.” Üst katın merdivenlerinden Uygar Bey iniyordu. Neyse ki spor hocamız olması gerektiği gibiydi. Hayalimizdeki fitness hocasıyla tamamen örtüşüyordu. Uygar Bey mütevazı sıcak bir gülümsemeyle karşıladı hepimizi. Bahattin tek tek bizi tanıttı. Sonra spor hocamız direkt konuya girerek yapılması gerekenleri sıraladı. Başarmak için beslenme düzenimizin tamamen değişmesi gerektiğini belirtti ilk olarak. Karbonhidrat dağını eritip mümkünse yok edecektik. Buna en çok Ufuk üzüldü elbette. Zararlı alışkanlıklara son vermemiz gerekiyordu ikinci olarak, Bahattin derhal atılarak açıklık getirdi. Sigara ve alkol. Sonra uyku düzeni önemliydi. “Her şey bir bütündür, birbirinden bağımsız hiçbir şey yoktur,” dedi Uygar Bey. Ardından bu kuru bilgilerden yeterince etkilenmediğimizi fark etmiş olacak ki ses tonu birden değişti, daha ateşli konuşmaya başladı:

“Siz evli erkekler,” dedi, “genellikle aynı yolu izliyorsunuz imzayı atınca. Onlardan mı olacaksınız, sorun kendinize. Evlenip de birkaç yıl geçince hamarat eşleriniz sadece ruhunuzu değil bedeninizi de şekillendirmeye başlıyor. Arkadaş ortamlarında bazılarınız sempatik şişman rolünü oynayıp hayatını böyle sürdürmeyi kabulleniyor. Bazıları da o eski, fit ve hızlı günlerini özlüyor, sahalara geri dönmek istiyor. İşte onlar bunun için önce bize gelirler. Bu bir heves mi yoksa uzun bir yolculuk için atılan ilk adım mı kısa sürede anlaşılır. Yaptığın iş ne olursa olsun dünyanın en kutsal şeyidir. Buna inanmazsan o işi asla yapmamalısın demektir. Bulunduğunuz yer evli olup da isyan etmişlerin olduğu ilk kattır. Buradan çıkmak ve bir üst kata geçmek sizin elinizde. Kendinizi erkek gibi mi hissetmek istiyorsunuz, öyleyse doğru yerdesiniz.” Konuşmada bana yapay gelen bir tat vardı fakat etkilenmiştik. Öyle ki o akşam eve geldiğimde karım Esra ile arama bir hayaletin girdiğini hissetmiştim.

İlk hafta beklediğimiz gibi zor geçti. Bir saat süren çalışmalarda vücudu hazırlayan genel bir ısınmadan sonra ağırlık kaldırma çalışmalarına geçiyorduk. Geceleri ağrılardan ve kasılmalardan uyumakta zorlanmıştık üçümüz de. Göğüs kafeslerimiz dik oturunca acıyordu. Kimse ilk pes eden olmak istemiyordu. En azından ben kendi adıma Ufuk’tan önce bırakamazdım. Ayrıca bir senelik ücreti de peşin vermiştik gemileri yaktığımızı ve ne kadar kararlı olduğumuzu göstermek için. Neyse ki hevesimiz yeniydi. Sabretmek bu yüzden daha kolaydı.

Bir ay dolduğunda Nihat hiç devamsızlık yapmamıştı. Haftanın dört günü de gelmeyi başarmıştı. Para verdim, sonuna kadar o aletleri kullanacağım diyordu. Ben birkaç defa fire vermiştim. En fazla kaçamağı ise elbette Ufuk yapmıştı. Bahattin’deki gelişmeyi ise imrenerek izliyorduk. Vücudu gözle görülür biçimde şekle girmeye başlamıştı.

Zaman zaman üst kattan inen, içlerine kayaların doldurulduğu izlenimi veren kas yığını tipler görüyordum. Bir insanın bu kadar ileri gidebileceğine inanmakta zorlanıyor, onların doğuştan o şekilde geliştiğini düşünüp üst lige çıkabilmenin imkânsızlığına inanıyordum. Bazen de saçlarını atkuyruğu yapmış incecik kızlar inip çıkıyordu merdivenlerden. Demek ki yukarısı kız ve erkek karışık diye düşünüyordum. Üst kata yükselirsem Esra devam etmeme izin vermezdi. Bu çelişkiler içinde verilen sayıyı tamamlamak için uğraşıyordum.

Uygar Bey spor öncesi ve sonrası mutlaka gelip bizimle konuşuyordu. Onu dinlemek bana iyi geliyor, kararlılığımı güçlendiriyordu. Yağ oranı sıfır, kaslardan mürekkep olan fitness hocama göre insanlık büyük bir ziyandaydı. Öyle ki bir simit yiyene intihar etmiş gözüyle bakıyordu. Kursaktan inen susamlı lokmaların bel çevresinde mesken tutacağını iyi biliyor, istikbali gören gözlerle derhal telafisi için kaç mekik çekilmesi gerektiğini ve bunun kaç gün sürdürülmesi gerektiğini oracıkta hesaplayabiliyordu. Ona göre simit, vapurdayken, martılara atılması gereken romantik bir eylemin parçası olmalıydı sadece. Bir gün, gaflet anlarımdan biriydi, küçük kaçamaklar da mı olmaz peki hocam deme talihsizliğinde bulundum. Aylarca emek verip yaptığın şeyi bir gecede yıkmak çocuklara yakışan bir eylemdir deyip konuyu kapatmıştı. Uygar Bey hayatını bu işe adamıştı. Onunlayken bütün yaşamın kaslı vücutlar meydana getirmek için verilmiş bir nimet olduğuna inanıyordu insan. Baklava tatlısı bile ancak vücut çalışmış bir kişinin karnındaki kasların ismi olabilirdi.

İlk fireyi ikinci ay dolmak üzereyken verdik. Ufuk, eşinin hamur krallığına geri döndü. Benim için sürpriz değildi, son haftalarda gelişleri iki güne düşmüştü. Fakat bir senelik peşin verdiği ücretin ancak yarısını geri alabildi. Dostumuzun veda ederken bahanesi hazırdı. “Benim vücudum böyle bir spora uygun değil. Kalıcı bir hasar almaktan korkuyorum.”

Üçüncü ay biterken vücutlarımız kendini toplamaya başlamıştı. Zaman zaman aynada kendime bakıp bu iş olacak galiba diyordum. Bahattin zaten hepimizin önündeydi. Uygar Bey’in onu bir üst kata çıkarmasını bekliyordu artık. “Son bir patlama kaldı,” demişti onun için, “kaslarındaki büyüme için bu lazım.” Nihat ise zorlanıyordu. Evde sorunlar olduğundan bahsediyordu bazen bana. Karısı artık spora devam etmesini sorun ediyormuş. Fakat o kolay kolay bırakmazdı. Parasının yarısıyla çekip gitmezdi. Birkaç defa spor bitince onun Uygar Bey’le hararetle tartışırken görmüştüm. Sebebi iki hafta sonra anlaşıldı. Nihat son kez benimle aynı ağırlıkları kaldırıp duşunu da alınca ayrıldığını söyledi. Uygar Bey bıkmıştı ısrarlarından ve parasının tamamını geri vermeyi kabul etmişti.

Altıncı aya girdiğimizde Bahattin’i yakalamıştım. Aynada kendimi artık uzun uzun seyrediyor ve bundan haz alıyordum. Hayatımda her şeyi ağırlık çalışma için bahane ediyordum. Spor hocamın bahsettiği mertebeye, üst kata ulaşmam için bu gerekliydi. İki yaşındaki oğlumu havaya atıp tutuyordum ve bunu sayarak on defa tekrar ediyordum. Zavallı çocuk beşten sonra korkup ağlamaya başlıyordu. Pazarda bütün poşetleri ben taşıyordum. Tabii daha önce de durum böyleydi ama artık bundan zevk alıyordum. İş yerindeyse, bir süper marketin muhasebesine bakıyordum, zaman zaman gelen meyve kasalarını taşımaya kalkıyor, elemanlar, “Durun Naim Bey, o bizim işimiz,” diyerek izin vermiyordu. Bazen onları kıskanıyordum. Hem çalışıyor hem de vücutlarını geliştiriyorlardı.

Esra’nın kadayıflı muhallebi tatlısı, köstebek pastası ve meyveli kurabiyeleri eskisi kadar ilgimi çekmiyordu. O mutfakta didinirken gelip merakla bakmıyordum. Kafamdaki protein şablonu karbonhidratları dışlıyordu. Hayattaki bütün yiyecekler protein ve karbonhidrat olarak ikiye ayrılmıştı benim için. Market alışverişlerimizde köklü değişimler meydana gelmişti. Günlük almam gereken kalori miktarımı kutsal bir bilgi gibi taşıyor ve uyguluyordum.

Bütün dürümcülere küçümseyen bakışlar atıyor, insanları yanlışa sevk eden yerler olarak görüyordum. En sevdiğim meyve muzdu artık. Muzu yüceltiyordum, muz yediği için maymunların atletik olduğunu, ağaçtan ağaca atlayabildiğini keşfetmiştim. Mahalledeki kuruyemiş dükkânına daha sık uğruyordum. Süper lüks karışımdan yaptırıyor; badem, fındık, fıstık, kuru üzüm ne varsa koyduruyordum içine. Yumurta bu duvarın en önemli harçlarındandı. Eskiden hiç yemezken şimdi günlük beş tane birden yiyordum.

Son olarak bizi bu işe sokan Bahattin, aileme daha fazla vakit ayırmak istiyorum diyerek terk etmişti spor salonunu. Oysa gerçek bambaşkaydı. Plato evresinde takılıp kalmıştı. Kas ve vücut gelişimi durmuştu ve bu yüzden üst kata çıkamamıştı. Sabrederek, çok çalışmayla bu evrenin aşılabileceğini bilse de daha fazla dayanamamıştı. Uygar Bey olanları sessizce karşılamış, çürük elmalar ayıklanıyor, bu yol uzundur, ayağa taş değmeden geçilmez benzeri sözler mırıldanmıştı arkasından. Bahattin eşiği atlayamamıştı. Salondan son kez çıkarken yaktığı sigarayı ve hazla çektiği nefesi görmüştüm.

Dokuz ay geride kaldığında Uygar Bey yanına çağırdı beni. “Kritik eşiği aştın,” dedi. Kendimi artık ringi paspaslamayı bırakacak Rocky gibi hissetmiştim. “Üniformanı seçmeni istiyorum.” Cebinden çıkardığı bir giyim mağazasının kartını uzattı. “Buraya git,” dedi. “Benim ismimi ver, yardımcı olurlar.” Sonra başını sallayarak devam etti konuşmasına. “Üniforma önemlidir. Hedefe daha fazla odaklanmanı ve disiplini sağlar.” O akşam vakit geçirmeden denilen yere gittim. Spor mağazasında bir heykeltıraş gibi her uzvunu çekici bir hale getirmiş incecik bir kız benimle ilgilendi. Beraber vücut hatlarını belli eden kırmızı bir eşofman seçtik. Başta yadırgadım fakat kız, “Arzunun ve hırsın rengi, Uygar hocanın da favorisidir,” deyince almaya karar verdim. Eve geldiğimde Esra eşofmana bile bakmadan, “Spor salonunu bırakmanı istiyorum,” dedi. Sebebini sordum derhal. “Bizimle ilgilenmiyorsun artık.” Tamamen yalandı. Spora başlayınca hocamın tavsiyesiyle bütün gereksiz meşguliyetlerimi dizileri, futbol maçlarını ve arkadaş buluşmalarını bırakmıştım. Ailemle artık daha çok vakit geçiriyordum. Fakat iç dünyamda kendime ait özel bir alanın açılması eşimi rahatsız etmişti. Ne yapsa buraya nüfuz edemiyordu. Esra’ya daha makul bir sebep bulmasını söyleyip, “Hayır,” dedim.

O günden sonra bendeki bu azim ve istikrar içine şüphe düşürdü karımın. Başkası mı var sorusunu sormak zorunda kalmıştı kendisine. Bahattin de sporu bırakınca benim ısrarla salona devam edişim diğer kadınlar arasında onun bir eksikliğine yorulmuştu çünkü. Ona fitness sonucu salgılanan mutluluk hormonunun beni motive ettiğini söylemekle yetindim. Bu sefer de benimle mutlu değil artık diye düşündü Esra.

Artık üst kattaydım. Vücudum onlar kadar iyi değildi ama çok çalışmayla yakalayacaktım hepsini. Ayrıca korktuğum gibi de olmamıştı. Bu katta kızlar falan yoktu. Onlar bir üst kattan inip çıkıyordu. O vakit salonun üç katlı olduğunu anlamıştım. Uygar Bey o mahrem bilgiyi bir gün kulağıma fısıldadı. “Kızların hocalarını bu kattan seçiyoruz.” Sonraki günlerde rüyalarım da değişti. Spor hocam elimden tutup beni üçüncü kata çıkarıyor. Ardından herkes hayran hayran beni seyrederken dördüncü bir kata adım atıyorduk. Burada sadece bir masa ve üzerinde bir su bardağı oluyordu. Uygar Bey bana doğru uzatıp, “İç şunu, protein tozu,” diyordu, “artık sen de takvimlere basılacak o mankenlerden birisin.”

Bir akşam önüme kurabiye dolu bir tabak koydu Esra. “Bunları benim için yiyeceksin,” dedi. Reddettim. Sabahında karım yoktu. Babasının evine gitmişti oğlumu da alıp.

Esra gidince her şey tepetaklak oldu. Bütün düzenim bozuldu. Meğer beni ve evi çekip çeviren oymuş, anladım. Pişmanlık pusuda bekliyordu.

Bir gün spor salonundan çıkarken kapı önünde konuşan iki çam yarması adamdan duydum. Birazdan salona Uygar Bey’in beş yaşındaki oğlu ve karısı gelecekmiş. Merak edip içeriye girdim. Bir köşede durup uzaktan seyretmek istiyordum. Heyecanlanmıştım. Karşımda güçlü şirinin bir kopyasını, minik bir dev adam görmeyi bekliyordum. Eminim her gün bir yumurta yiyordu oğlu. Hatta uygun olan aletlerden birkaç tane kaldırmasını isteyip bize şov bile yapacaktı. Fakat oğlan elinde fındıklı bir çikolatayla geldi. Peşine cebinden çıkardığı kâğıda sarmalanmış poğaçayı yedi. Bağırıp çağırarak aletlere koştu sonra. Tuhaf sesler çıkararak bazılarını kaldırmayı denedi ama olmadı. Babası küçük bir dambıl verince önce kaldırdı sonra elinden düşürüp ayağını yaraladı. Benim için tam bir hayal kırıklığı olmuştu. Armudun dibine düşmediği bir ânı yaşamıştım. Annesi ise manken fiziğine sahip güzel bir kadındı. Beni görünce yanıma gelip, “O, babası gibi olmayacak,” dedi, “hayat bir bütündür, tek yönlü bakış körlük doğurur.”

Eve geldiğimde aklımda karımı geri getirmek için bir planım vardı.

***

O akşam Esra’yı zor da olsa ikna etti arkadaşları. Söylediğim kafeye getirdiler. Karım kucağındaki oğlumla içeriye girince başına en sevdiği çiçek olan papatyalar döküldü. Ardından çileklerle süslü dev bir pasta geldi. Herkes çekinmeden çatallarıyla atağa geçti. Mutluyduk. Bahattin o akşam yine sonradan katıldı aramıza. Sırtındaki siyah kılıfı görünce şaşırdık. Fermuarı çekip açtı. “Keman kursuna başladım,” dedi, “siz de hayatınızda bir defa olsun enstrüman çalmalısınız bence.”


Özay Erdem



8 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page