top of page

Öykü- Ümit Ahmet Duman- İntihar Kurgusu

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 1 gün önce
  • 5 dakikada okunur

Yeni teslim edilen kentsel dönüşüm dairelerimize yavaş yavaş yerleşiyoruz. Bana bahçe katı düştü, mutfak balkonum hap kadar ama salonun önündeki çimenlerle kaplı minik bahçem bana nefes aldırıyor. Ev dediğime bakmayın, devasa bir şey değil. Eskiden iki artı birdi, şimdi bir artı bir anca oldu. Yine de şükrediyorum. Önceki evim zemin kattaydı, güneş yüzü görmezdi. Şimdiyse her odası, mutfak dahil, güneş alıyor. Bahçemle birlikte dışarı çıkmaya gerek duymadan yaşayıp gidiyorum. Çok mutluyum, evime bağlılığım tarif edilemez.

Ah, keşke eski evimizden taşınırken hayalini kurduğumuz bu yeni evi, canım Saniye'm de görebilseydi... Bahçemizde karşılıklı kahve içebilseydik. Ama kader bu. Benim de çok zamanım kalmadı, gideceğim yere kadar gidip sonra onun yanına...

Karşı daire aylardır boştu. Eski sahiplerinden sevgili komşum Zeynep Hanım’ın eşi Behçet Bey vefat edince, bu semtin pahalılığı ve yeni evlerin aidatlarıyla baş edemeyip daireyi kiraya vermek istemiş. Oysa Zeynep Hanım karşı komşum olsaydı, onun Behçet'inin eksikliğiyle benim Saniye’min yokluğunu birleştirir, yeni bir dostlukla hayatı yeniden yeşertebilirdik. Fena da olmazdı hani Saniyeciğimle hemen hemen aynı yaş aynı titizlik, birbirimize geride bıraktıklarımızı aratmazdık. Ama nafile nasip değilmiş demek.

Dün sabah, kapısının önündeki beyaz eşya ambalajlarını görünce yeni kiracının taşındığını, nihayet yeni bir komşu sahibi olduğumu anladım. Ne de olsa yaşlıyım, bir ayağım çukurda... Yaşlılıkta komşuluk önemli. Gençken aramıyorsun ama yaş ilerleyince bir selam bile değerli oluyor.

Birkaç gündür yeni komşuma merhaba derim heyecanıyla gürültü duydukça kapıya koştum. Ama ya asansöre binmiş oluyor ya da kapısı kapanmış oluyordu. Bir türlü denk gelemedik. Bir gün yine aynı heyecanla kapıya fırladım, yine geç kalmıştım. Kapıyı kapatırken gözüme çöp torbası ilişti. İçinde beyaz daktilo kâğıtları vardı. Merak ettim, okurum belki, diye sağa sola bakınıp torbayı aldım, içeri girdim.

Kendime bir Türk kahvesi yaparken, yeni komşunun Murat Kekilli'nin “Bu Akşam Ölürüm” şarkısını yüksek sesle dinlediğini duydum. Şu TRT'de bile bir dönem yasaklanan, intihara meyilli gençleri etkilediği söylenen parça... Hiç anlamam gençler nasıl etkilenir bir parçadan da kendilerini ölüme atarlar.

Bahçeye çıktım, elimde kahvem, piknik koltuğuma oturdum ve çöpten aldığım kâğıtları okumaya başladım. Başlığı “Ölmeye Yatmak”tı. Okudukça içim daraldı, karşılıksız aşktan, ölüm arzularından bahsediyordu. Bu kişi genç olmalı, diye düşündüm. Ama metni yazan çok kararsızdı hem intiharı düşünüyordu hem de nasıl yapacağını bilemiyordu. “Tek derdim ölüm yolumu seçmek, yağlı urgan dedikleri ip mi, boğaz köprüsünden ya da şu binanın son katından aşağı atlamak mı, doğalgaz mı ya da olmadı ilaç mı bir türlü karar veremiyorum. Ama çok sürmez bu acı, bu ıstırap dayanılmaz olmakta her geçen gün bir an önce karar vermeliyim ve isteğimi gerçekleştirmeliyim,” şeklinde mealen kısaca özetlediğim yedi sekiz sayfalık bir yazıydı.

Çarpılmıştım, kimdi ki bu komşum ben şu yalnızlığımla karamsar olacağım yerde o benden daha bir kararsızdı. Sevdiğinden bahsediyorsa, hayalimde genç yeni yetmelerden biridir diye yaşatıyorum. Rahatsız etmekten çekinmesem gidip kapısını çalacağım, gel iki laf edelim rahatla diyeceğim. Ama apartman eski samimiyet hâllerinde değil, hiç bizlere göre değil, kim kime dum duma yaşıyoruz. Komşuluk hak getire. Aynı katta dört aile yaşıyoruz, kimse kimseyi tanımıyor tanımak gibi bir çabamız da yok. “Soğuk buz gibi rezidans hayatı,” diyorlardı romanlar da anlamıyordum, işte şimdi canlı canlı yaşıyoruz. Ah Saniye’m iyi ki bugünleri görmedin, görsen de yaşamak istemezdin bu morg soğukluğunda on bir katlı binalarda. Eskiden öyle miydi? Beş katlı apartmanımızda herkes herkesi tanır, çayda kahvede buluşurduk.

Bir yandan içim ezilirken, diğer yandan apartmanda kimsenin kimseyi tanımadığı, selam bile vermediği bu rezidans hayatına üzülüyordum.

Şimdi yandan gelen müzik Makbere döndü. Rast makamının o baygın ve yürekten yaralayan hâliyle dalga dalga yayılıyordu evimin içinde. Makber karamsarlık bulutlarını yandan yandan, üzerime üzerime gönderiyordu. İçime karalar düştü. Kendimi, beni bile bu zıkkım şey hakkında düşünür buluyorum. Ya gerçekten düşündüğünü, hatta üşenmeyip kâğıda döktüğünü yaparsa. Ne yapsam ne yapabilirim tanımadığım bir insana nasıl yardımcı olabilirim.

Kahvaltımı etmiş, dışarıda bir küçük yürüyüş yapayım sonra da gelip bahçe keyfiyle günü sonlandırırım düşüncesiyle kapıda ayakkabımı giyerken karşı komşunun kapısı içerden tıkırdadı, kilit çevirme sesinin ardından kapı açıldı, genç bir adam beklerken benden olsa olsa beş altı yaş genç, saçı sakalı birbirine karışmış, şişe dibi gözlükleriyle benden yaşlı görünümlü, kısa boylu tam bir roman kahramanı tipini karşımda görünce yalan söylemeyeyim çok şaşırdım. Karşılıklı merhabalaştık. “İsmim Niyazi,” dedim o da, “Ziya,” dedi. “Hoş geldiniz ev sahibi misiniz?” dedim, “Yok Zeynep Hanım’ın kiracısıyım,” dedi. Tanışmış olduk. Fazla da ortak bir yönümüz olmadığından, biraz da konuşmayı çok sevmediğini sezinlediğimden asansörde iki kat yukarıya çıkıp apartmanın önden girişine ulaşana değin birlikte yolculuğumuzu tamamladıktan sonra yollarımız ayrıldı. O yokuş sonundaki otobüs durağına, ben ise az ilerideki düz yolun devamından parka doğru ilerledim. Aklımda bir sürü soru, hayalimdeki gibi biri çıkmamıştı yan komşum, bu yaşta âşık olursan tabii ki o kıza söyleyemezsin. Hoş söylesen de kabul görmez zaten ama anlamadığım insan bu yaşında da sevgisine karşılık bulamazsa kendi canına kıyar mıydı? Olacak şey değildi doğrusu. Kafamı alt üst etmişti bu komşu. Ne güneşin ne de parkın zevkini yaşayabildim. İçim daraldı, fazla uzun kalmadan tekrar evin yolunu tuttum.

Ertesi sabah çöplerimi çıkardım. Yine karşı dairenin çöp torbasında kâğıtlar vardı. Dayanamayıp aldım. İçinde edebi bir dille yazılmış bir intihar planı vardı. Yazının sonunda, “Evin çatısından bir kuş gibi kanatlanıp aşağı atlayacağım,” diyordu. Okudukça tüylerim diken diken oldu. Belli ki karar anı yaklaşmıştı. Bu kişi sadece kendine değil, apartmandaki herkesin huzuruna da zarar verecekti. Medyayla, savcılar ve hakimlerle, polisle, ifadelerle uğraşmak zorunda kalacaktık.

Yazık gençten biri de değil, ne yani ben de şimdi Saniye’m gelmedi diye intihar mı edeyim. Hayır, bir şey yapmalıyım. Yalnız olmadığını anlatmalıyım. Yok yok yarından tezi yok kapısını çalayım ve nasıl yardımcı olurum sorayım. Ben de senin gibi yalnız insanım, istediğin her vakit gel konuşalım bu fikrinden vazgeç diye yalvarayım. Yarın ola hayrola deyip yattım.

Sonraki gün, cesaretimi toplayıp kapısını çaldım. Beni içeri aldı. Evin hali darmadağınıktı. Salonun ortasında çalışıyordu. Karşı duvara on beş yirmi gazete kupürü yapıştırılmış, bazıları yabancı basından bazıları yerli ama hepsinin ortak konusu intihar. Açık kalmış bilgisayar ekranında da yazdığı başlık, “Elveda Gençliğim” Her şey intihar üzerineydi.

Kahve ister miyim sorusuna başımla evet der demez beni salonda kendi başıma bırakıp mutfağa gitti. Demek ki son noktayı koyacak bu günler de. “Tam zamanında geldim,” dedim içimden.Kahve kokusu kendisinden önce salona yayılıyor, gülümseyen yüzüyle elinde tepsi içeri giriyor. Yarım saate yakın apartmanımızın eski halinden, eski komşuluklarımızdan bahsediyorum. Saniye’m de olmadığından, yalnızlığımdan ve komşulardan kimsenin kapımı tıklatmadığından yakınıyorum. Kahvelerle birlikte sigara tutuyor, eşim öldüğünden bu yana doktorun yasaklamasıyla içmediğimi belirtiyor ve onun içmesinde bir sakınca olmadığını belirtiyorum. O da, “Hiç sormayın bu olmasa bir satır bir şey yazamam gibi geliyor, kahve ve sigarayı kim icat ettiyse Allah onlardan razı olsun,” diyor.  “Allah'la aran nasıl,” diye sorarak konuya girme konuşması yapmayı planlıyorum. O da, “Allah'a çok şükür herkes kadar inanırım ama ritüellerini henüz yerine getiremiyorum Allah affetsin,” diyor.

Hazır fırsatı yakalamışken artık dayanamayıp okuduklarımı anlattım. “Ziyacım yazılarını çöpten aldım, izinsiz okudum, çok üzüldüm,” dedim. “Bu yaşta da aşk olur, ama karşılık görmeyince insan canına kıymaz. Ben de yalnızım, konuşmak istersen kapım açık. Lütfen bırak şu intihar fikrini, at kafandan gözünü seveyim. Bak yanında söz dinleyecek, sabırlı, konuşacak arkadaşa muhtaç komşun var, derdin tasan dayanılmaz olduğunda çal kapımı, iki laf edelim. Normal insana dönelim. Gözünü seveyim dostum. Bırak bu kötü düşünceleri allasen…” dedim.

Dilim düşmüştü daha devam edecektim sanırım. Gülümsedi, araya girdi, “Niyazi Beyciğim,” dedi, “önce sizi tedirgin ettiysem özür dilerim. Ama yazdıklarım bir romanın parçası. Gerçek sandıysanız demek ki etkileyici yazmışım. Umarım bu kitap da diğerleri gibi çok satar.” Duyduklarıma inanamıyordum. Donup kaldım. Karşımda bir yazar varmış da farkında değilmişim.

Özür diledim. “Yayınlanınca imzalı bir kopya isterim,” dedim ve vedalaştım.


Ümit Ahmet Duman

bottom of page